28 Mayıs 2011 Cumartesi

Playboy (24. Bölüm) (FINAL)

~ FINAL ~



Mi-cha bitkin bir şekilde eve doğru yürümeye başladı. Sokağın köşesinden döner dönmez önünde bir gölgenin belirdiğini farketti. Başını kaldırıp karşısındaki uzun boylu adama baktı. Görmemezlikten gelip sağ tarafa bir adım atmasıyla adamın da aynı yönde atım atması bir oldu. Mi-cha korkmaya başlamıştı. Diğer yöne adım atmak istedi fakat adamın da aynı yöne adım atacağını anlayınca kaşlarını çatıp adama baktı.



- Benden ne istiyorsun!?



Adam alaycı bir gülümsemeyle kollarını birbirine bağlayıp sakince cevapladı.



- Bir bardak şeker verir misin diyecektim de.. Saçmalama. Ne istiyor olabilirim.



Mi-cha korkulu gözlerle etrafa bakındı. Hiç kimse olmadığını anlayınca korkusu daha da arttı ama adama belli etmek istemiyordu. Dişlerini sıkıp tekrar sordu.



- Benden ne istiyorsun.!?



Adam ani bir hareketle Mi-cha'yı duvara çekti. Mi-cha'nın gözleri korkudan kocaman açılmıştı. Aklına Sang-ho'nun verdiği dövüş dersleri geldi. İçinden tekrarladı

"Tırnakların uzunsa hiç çekinmeden suratına geçir"



Mi-cha tırnaklarını yokladı. Yeteri kadar uzun değildi. İkinci adım aklına geldi.



"Elini yumruk yapıp orta ve işaret parmağını hafif çıkık yapıp gözüne indir."



Mi-cha hızla aklındakini uyguladı ve adamın gözüne yumruğu çaktı. Ardından Sang-ho'nun öğrettiği diğer taktikleri uygulamaya başladı. Adam ahlar içinde kıvranıyordu. Birden Mi-cha'nın kolunu biri tuttu. Mi-cha korkuyla arkasını döndü. "Sang-ho" diye çığlık atıp Sang-ho'nun beline sarıldı.



- Çok korktum. Bu adam bana yaklaşmaya çalıştı. Kurtar beni.



Sang-ho kahkaha atmaya başladı. Mi-cha hızla kendisini ondan çekip saf saf onun yüzüne baktı ve bağırdı.



- Bana zarar verecekti diyorum. Yapabildiğin tek şey gülmek mi!



Sang-ho gülmemeye çalışarak cevap verdi.



- Adamı eşek ölüsü gibi yere serdin bana gerek kalmadı ki.



- Ne?



Sang-ho gülerek adamı yerden kaldırdı ve para uzattı.



- Git elini yüzünü yıka. Yardımın için teşekkürler Dong.



Adam bitkince cevap verdi.



- Dövüş derslerini iyi vermişsin. Bir an hayatım gözlerimin önünden geçti.



Adam gittikten sonra Sang-ho kahkaha atarak Mi-cha'ya döndü. Mi-cha hem korkmuş hem şaşırmış gözlerle saf saf Sang-ho'ya bakıp yavaşça sordu.



- Yani.. Bu adamı.. sen mi tuttun?



Sang-ho gülerek başını evet anlamında salladı. Mi-cha ayağını yere vurup bağırmaya başladı.



- Aptal! Ne kadar korktum tahmin edemezsin. Ya beni öpseydi?



Sang-ho kollarını birbirine bağlayıp kendinden emin bir tavırla cevap verdi.



- Böyle birşeyi neden yapsın ki? Korkma yaşamayı seven birini tuttum. Seni öperse tarafımdan öldürüleceğini biliyor. Hadi hadi, çok konuştuk. Yorulmuşsundur. Seni eve bırakayım mı?



Mi-cha bitkince cevapladı



- Bir an hiç sormayacaksın sandım.



*~~~~~*~~~~~*



John kendisini boş bulduğu bir banka attı. Nefes nefese boynundaki havluyla alnını kuruladı. Aniden yanına Ji Hyo oturup su uzattı. John hızla elinden suyu çekip kafasına dikti. Yoo Ji Hyo onun bu tavrına bakıp gülerek konuştu.



- Bir de tenisi iyi oynuyorum diyordun. Gördük ne kadar iyi olduğunu.



John su içmeyi bırakıp kaşlarını çatarak ona baktı.



- Uzun zamandır tenis oynamadığımdan yenemedim seni. Tenis konusunda çok iddalıyım.



Ji Hyo tek kaşını kaldırıp yine gülerek cevapladı.



- Tabi tabi.



John havluyu sinirle yere attı.



- Teniste iyiyim diyorum.



Ji Hyo çocukça John'u yanağından hızla öpüp geri çekildi.



- Kızma Oppa. Şaka yaptım.



John onun bu ani tavırlarına hala alışamadığından şaşkınlıkla donup kalmıştı. Ji Hyo gibi güzel bir kızın kendisine böyle davranması hoşuna gidiyordu. Sırıtmamak için kendini zor tuttu ve çantasından havlu çıkarmaya çalışan Ji Hyo'ya ciddi bir tavırla sordu.



- Sen her önüne gelen erkeği böyle zırt bırt öper misin?



Ji Hyo çantasıyla oyalandığından John'un yüzüne bakmadan çocuksu edayla cevapladı.



- Hayır, öptüğüm ilk erkek sensin.



John içine sevinç doğmuştu ama belli etmek istemeyerek yine ciddi bir tavırla arkası dönük olan Ji Hyo'ya sordu.



- Ne yani? Daha önce hiçbir erkeği öpmedin mi?



Ji Hyo yine yüzüne bakmadan basitçe cevapladı.



- Öpmedim. Öpmem mi gerekirdi.



John alt dudağını ısırıp kocaman sırıttı ve ellerini yumruk yapıp sevinçle havaya indirip kaldırmaya başladı. Ji Hyo kendisine dönünce elleri havada kaldı. Yoo Ji Hyo irileşmiş gözlerle ona bakıp safça sordu.



-O..Oppa? Ne yapıyorsun?



John bozuntuya vermemek için kollarını kaldırıp katlayıp düzleştirdi ve kaslarına bakarak aceleyle cevapladı.



- Kaslarım baya güçlenmiş ona bakıyordum.



Yoo Ji Hyo küçük bir kahkaha atıp başıyla onayladı. Bu arada John'un telefonu çaldı. Kim Tae Hoon arıyordu. John bir yudum su aldıktan sonra sakince telefonun kapağını açıp kulağına götürdü.



- Alo?



Tae Hoon heyecanla konuşuyordu.



- John, müjdem var. Choi Sung Wook bu evlilik işini çoktan iptal etmiş. Yani Yoo Ji Hyo ile evlenmek gibi bir mecburiyetin yok.



John'un yüz ifadesi donuklaşmıştı. Yoo Ji Hyo'ya baktı. Telefonun ucundaki ses merakla sordu.



- John? Duydun mu dediklerimi? Güzel haber değil mi?



John başını yere eğip yavaşça cevapladı.



- Sonra konuşuruz baba. Haber verdiğin için teşekkürler.



John telefonu kapattıktan sonra Yoo Ji Hyo'nun meraklı gözlerle ona baktığını farketti.



- Oppa?



John gülümsemeye çalışarak cevapladı.



- Evlenmek zorunda değilmişiz. Kurtulduk birbirimizden.



Ji Hyo gözlerini irileştirdi sonra çocuksu yüz ifadesiyle başını yere eğdi. John çantasını toplarken bir yandan da Ji Hyo'ya seslendi.



- Hadi artık. Soyunma odasına git ve giyin. Yağmur çiselemeye başladı. İncecik shortla üşürsün. Yoo Ji Hyo hareketsizce bankta oturuyordu. John sırtına çantasını alıp ilerlemeye başladı. Ji Hyo'nun birşey demesi için dua ediyordu.



Yoo Ji Hyo iç çekip ayağa kalktı. Soyunma odasına yöneleceği sırada kararlı bir şekilde çantasını bırakıp John'a arkasından koştu ve beline sarıldı. Hızla çocuksu sesiyle konuşmaya başladı.



- Oppa vereceğin cevabı ve yüz ifadenin nasıl olacağını biliyorum ama yine de söylemek istiyorum. Ben senden ayrılmak istemiyorum.



John gözlerini kapatıp şükretti. Sırıtmamaya çalışarak ciddi bir tavırla arkasını dönüp Ji Hyo'nun dolu gözlerine baktı. Çenesini kaldırıp ciddi olmaya çalışarak konuştu.



- Yani, gerçekten benim sevgilim mi olmak istiyorsun?



Ji Hyo hızla başını evet anlamında salladı. John bu kez sırıtmasına engel olamıyordu.



- Pekala, sanırım denemekte sakınca yok. Ama bir şartla.



Ji Hyo gözlerinin kenarını eliyle silip gülümsedi ve heyecanla sordu.



- Ne şartı?



- Bir daha bana o iğrenç şekerlerinden yemem için ısrar etmeyeceksin.



Ji Hyo gülerek başını tamam anlamında salladı. Yağmur şiddetlenince John ceketini hızla çıkarıp havaya kaldırdı.



- Arabama kadar bunu şemsiye olarak kullanmamız gerecek. Çabuk yanıma gel. Üşüteceksin.



Ji Hyo hızla John'a yaklaşıp beline sarıldı.



- Teşekkürler Oppa.





*~~~~~*~~~~~*



--- 4 YIL SONRA ---



*~~~~~*~~~~~*



Mi-cha ve Ji Hyo hızla arabadan inip ağaçlık alana doğru koşmaya başladılar. Sang-ho şoför koltuğundan inip güneş gözlüğünü çıkardı ve Mi-cha'ya bağırdı.



- Heey! Bir zahmet eşyaları taşımamıza yardım edin.



Mi-cha durup Sang-ho'ya döndü ve ellerini birleştirip çenesine götürerek yalvarır gibi konuştu.



- Ama Ji Hyo ile ağaca tırmanacağız. Sen taşısan olmaz mı Sang-ho? Lütfen lütfen lütfeeen.



Ji Hyo Mi-cha'nın kolundan tutup çekti ve koşmaya devam ettiler. Sang-ho saçını karıştırıp söylendi.



- Neden bu kadar şirin olup her dediğini yaptırmak zorunda ki?



John gülerek arabadan indi ve Sang-ho'ya seslendi.



- Anasınıfından bir kız seçseydik daha yararlı olurdu. Sahi, bugün mü hazırlayacağız?



Sang-ho sırıtarak cevap verdi.



- Evet, bugün.



*~~~~~*~~~~~*



Sang-ho Mi-cha'yı çadırından çeke çeke çıkardı. Mi-cha gözlerini ovuşturup ayağınınyere vurdu ve bağırarak konuşmaya başladı.



- Sang-ho uyuyan insana böyle mi davranılır.



Sang-ho sertçe cevapladı.



- Nesin sen? Uyuyan güzel mi? Daha saat çok erken. Hem kaptayız, eğleneceğimiz yerde uyuman garip olmuyor mu?



Mi-cha çadırın arkasına bakacağı sırada Sang-ho hızla onu çekip çimenlerin üstüne oturttu. Mi-cha yine bağırdı.



- Hey, ne yapıyorsun?



Sang-ho sırıtarak oturdu ve dizlerini uzattı.



- Deja vu~. Hadi yat dizime. Yıldızları izleyeceğiz.



Mi-cha gülüp Sang-ho'nun dizine yattı. Uyumak için iyi bir fırsat olduğunu düşünürken Sang-ho'nun sesiyle irkildi.



- Sakın aklından uyumayı geçirme, yoksa ölürsün.



Mi-cha yanaklarını şişirip hızla üfledi.



- Tamam tamam uyumuyoruz.



Bir müddet yıldızları izledikten sonra Mi-cha sırıttı. Sang-ho gülümseyerek merakla sordu.



- Niye gülüyorsun?



- Önsezilerim çok güçlü. Yıldızları izlememizi isteyeceğini sezmiştim.



Sang-ho gülüp Mi-cha'nın saçıyla oynamaya başladı. Mi-cha tekrar sırıtarak konuştu.



- Bunu da sezmiştim.



Sang-ho eğilip saçından öptü ve sırıtarak sordu.



- Peki bunu?



- Bunu da sezdim.



Sang-ho'nun telefonu çalınca gülerek Mi-cha'yı ayağa kaldırdı ve eliyle gözünü kapattı.



- Şimdi sana göstereceğim şeyi sezmediğine yemin edebilirim.



Mi-cha merakla sordu.



- Sang-ho nereye götürüyorsun?



- Bir yere götürdüğüm yok. Üç deyince gözlerini açacağım ve karşında gördüğün yazıya cevap vereceksin. Anlaştık mı?



Mi-cha tamam anlamında başını salladı.

Sang-ho elini Mi-cha'nın gözünden hafifçe çekti. Mi-cha'nın ağzı açık kalmıştı. Her yer ışıklar ve güzel yiyeceklerle süslenmişti. Ağaçların arasındaki ışıklı ve büyük tabelayı okuyunca gözleri daha da irileşti. Sang-ho kollarını birbirine bağlayıp sırıtarak konuştu.



- Alt tarafı evet diyeceksin. Gözlerini pörtletme de cevap ver.



Mi-cha olduğu yerde kalmıştı. Ağaçların tepesinden Ji Hyo'nun inleyen sesini duydular.



- Mi-cha hadi evet de. Tabelayı tutmaktan kolum koptu. Sanatçılık kariyerim yarıda kalacak. Oppama kavuşamadan öleceğim.



Diğer ağacın tepesinden John'un kahkahası geldi. Sang-ho ayağını yere vurup bağırdı.



- Gerizekalılar orda işiniz ne?



John da bağırarak karşılık verdi.



- Ne bağırıyorsun? Merak içinde çadırda oturacağımıza tabelayı tutmayı tercih ettik. Off Mi-cha çabuk cevap ver. Mimarlık bölümünden mezun olup çalışamadan ölmek istemeyiz değil mi?. Birazdan tabelayla birlikte yere gömüleceğiz.



Mi-cha kahkahayla "tamam kabul ediyorum" demesiyle tabelanın yere düşmesi bir oldu. Sang-ho heyecanla Mi-cha'ya döndü.



- Bi..Bir dakika. Kabul ettin mi şimdi?



Mi-cha gülerek başını evet anlamında salladı. Sang-ho hızla Mi-cha'yı kendisine çekip sarıldı. Bu arada Ji Hyo ve John ağaçtan inip alkışlarla yanlarına geldiler. Ji Hyo bağırdı.



- Hey siz! Evlenmeden önce açlıktan ölmek istemiyorsanız sofraya gelin.



John Ji Hyo'yu kendisine çekerek masaya yöneldi ve atıştırmaya başladı.



Sang-ho gülerek onlara bağırdı.



- Birazdan geliyoruz. Sakın yemekleri bitirmeyin.



Mi-cha'ya dönüp kolundan çekerek bir yere götürmeye başladı. Mi-cha sesini çıkarmadan onu takip etti. Sang-ho birden durup elindeki küçük küreği Mi-cha'ya uzattı.



- Eş şu toprağı.



Mi-cha yine hiçbirşey söylemeden onun dediğini yaptı. Mektupları bulacağını sanıyordu ama toprağın içinden sevimli bir kutu çıktı. Mi-cha sevinçle kutuyu açıp Sang-ho'ya baktı.



- Bu yüzük benim mi?



- Hayır, anneme almıştım. Saçmalama tabi ki senin.



Mi-cha dudağını büzdü. Sang-ho gülümseyerek kutunun içinden yüzüğü çıkarıp Mi-cha'nın parmağına taktı.



- Beğendin mi?



- Hem de çok. Teşekkür ederim. Ama burada kağıtlar vardı. Nerde onlar?



Sang-ho cebinden iki kağıt çıkarıp ona doğru tuttu.



- Yazdıklarını okudum. Resmen saçmalık. Ben başkasıyla evlenmeyeceğim. Çocuğumu üçe kadar sayıp uyutacağım, odasını yıldızlarla döşeyeceğim, ona dövüş dersi vereceğim, lunaparka götüreceğim, pembe bir tavşanı da olacak. Ama bunu tek başıma yapmayacağım. Birlikte yapacağız. Şimdi bu kağıtları yakalım.



Mi-cha hızla atıldı.



- Ama ben senin yazdığını okumamıştım.



Sang-ho gülerek kendi yazdığı kağıdı gösterdi.



- Ben hiçbirşey yazmamıştım. Yanında olmadığımı hissedeceğin bir günün gelmesini istemiyorum çünkü.



Sang-ho çakmakla kağıtları ateşe verdi. Sönene kadar sessizce izlediler. Ateş sönünce Sang-ho gülümseyerek Mi-cha'ya döndü ve yavaşça öptükten sonra geri çekildi.



- Mimar hanım, sanırım açlıktan ölmek istemeyiz, değil mi? John masayı silip süpürmeden gitsek iyi olur.



Mi-cha gülümseyip Sang-ho'ya sarıldı.



~~~~~~~~~~



NOT: Bir hikayenin daha sonuna geldik. Beğendiğiniz ve yorum yaptığınız için gerçekten çok teşekkür ederim. Yorumlara tek tek cevap veremediğim için özür dilerim ama bu bölümde her yoruma cevap vermeye çalışacağım. Yeni hikayem "Witch Princess" i de bunun kadar seveceğinizi umuyorum ^__^

Playboy (23. Bölüm)

[23.Bölüm]



*~~~~~*~~~~~*



Eun Chae kilit sesini duyar duymaz üstündeki önlüğe elini silip kapıya koştu. Kapıdan yavaşça giren Sang-ho'ya gülümseyip ellerini yukarı kaldırdı.



- Ta ta taaa.. Choi Sang-ho'nun en sevdiği tatlı şu an mutfakta bu yakışıklı çocuğun kendisini yemesi için bekliyooor.



Sang-ho hiçbirşey söylemeden anahtarı masaya fırlatıp ceketini çıkardı ve odasına yöneldi. Eun Chae'nin yüzündeki gülümseme bir anda sönmüştü. Sang-ho'yu takip etmeye başladı. Sang-ho anlayınca gözlerini devirip hızla Eun'a döndü.



- Ne var anne?



Eun-chae ellerini beline koyup dudağını büzdü ve kaşlarını çatarak Sang-ho'ya baktı.



- Asıl senin neyin var? Ben sabahtan beri senin için uğraşayım, aldığım karşılığa bak.



Sang-ho hiçbirşey demeden iç çekti. Eun Chae aklına son anda gelen düşünceyle sıçrayıp kapıya baktı.



- Mi-cha'yı getirmedin mi?



Sang-ho gözlerini devirip odasına yöneldi. Eun yine onu takip etmeye başladı.



- Cevap ver Sang-ho.



- Beni dinlemedi bile. Zaten kimsenin peşinde koşmaya niyetim yok. Beni rahat bırak anne.



- Ama Sang-ho.. Evleneceğini sanıyor o hala. Bence gidip...



Eun-cha yüzüne kapanan kapıyla sustu. Üstünden önlüğü çıkarıp kendisini koltuğa attı..



- Of Sang-ho.. Of.!



*~~~~~~*~~~~~~*



Mi-cha odasında eşyaları yerleştirirken Bayan Seo jin elinde bir poşetle içeri girdi.



- Mi-cha..



Mi-cha meraklı gözlerle annesine baktı.



- Bu resimler.. Ne olacak?



- Onları duvarıma asmanın ne gereği var ki artık?



- Atayım mı o zaman?



Mi-cha zorlukla başını evet anlamında salladı. Seo Jin iç çekip Mi-cha'nın odasından çıktı ve kapıyı kapattı. Elindeki poşeti çöpe atmak için mutfağa yöneleceği sırada zil çaldı. Poşeti duvara yaslayıp kapıyı açtı. Karşısında oldukça bakımlı bir kadın duruyordu. Yavaşça eğilip Seo Jin'i selamladı.



- Ben Choi Sang-ho'nun annesiyim. Müsade ederseniz sizle ve Mi-cha ile konuşmaya geldim.



Seo Jin hızla selamlayıp içeri aldı.



- Kusura bakmayın henüz dün geldik. Eşyaları taşımaya fırsatımız olmadı.



- Sorun değil. Taşımayın da zaten.



- Anlamadım?



Eun Chae boş bulduğu bir koltuğa oturup bacak bacak üstüne attı ve gözlüğünü çıkararak konuşmasına devam etti.



- Seoul'den taşınmak için çok erken karar verdiniz. Buna gerek yoktu.



- Bence tam zamanında taşındık. Bu taşınma Mi-cha, Choi Sang-ho ve ailemiz için en mantıklısıydı.



- Aileniz?



Eun Chae'nin aklı karışmıştı. Sang-ho ve Mi-cha konusunda taşınma işini mantıklı buluyordu fakat aile için önemini anlayamamıştı. Seo Jin koltuğa oturup kendisine merakla bakan Eun'a yavaş bir tonda cevap verdi.



- Choi Sung Wook.. Yani Choi Sang-ho'nun babası Mi-cha'yı tehdit etmiş. Şirketimiz ve ailemiz için zararlı çıkacağımızı düşündüğümden bu kararı verdim.



Eun Chae'nin içi rahatlamıştı. Gülümseyerek Seo Jin'in elinden tuttu.



- Bu sorun tamamen çözüldü. Sang-ho kimseyle evlenmiyor. Choi Sung Wook Mi-cha ve Sang-ho'yu kendi haline bıraktı. Evinize gönül rahatlığıyla geri dönebilirsiniz inanın bana.



Bayan Seo Jin neşeyle çığlık atıp Eun- Chae'nin elini sıktı.



- Sahi mi?



- Evet, güvenin bana. Şimdi izninizle Mi-cha ile konuşmak istiyorum. Ah sahi ismimi söylemeyi unuttum. Bana Eun Chae diyebilirsiniz.



*~~~~~~*~~~~~~*



Sang-ho duştan çıkıp giyinecekken Eun'un sesini duydu.



- Akşama kadar uyudun. Gel artık.



Sang-ho havluyla saçını karıştırarak portakal suyu almak için mutfağa yöneldi. Bir yandan da Eun'a bağırarak cevap veriyordu.



- Geliyorum, tamam.



Salona girer girmez donup kaldı. Eun Chae ağzını açıp hızla Mi-cha'ya döndü ve eliyle Mi-cha'nın gözlerini kapattı.



- Sang-ho, bornozla gel dememiştim. Kızın karşısına böyle mi çıkacaksın?



Sang-ho bağırarak içeri kaçtı. Eun Chae Mi-cha'nın gözlerinden elini çekip kahkaha atmaya başladı. Mi-cha çok utanmıştı. Eun'a baktıkça o da gülmeye başladı.



*~~~~~~*~~~~~~*



Eun Chae hala kahkaha atıyordu. Sang-ho elindeki çatalı hızla masaya vurdu.



- Gülme artık anne.



Eun Chae kendini tutarak gülmemeye çalıştı.



- Tamam tamam haklısın.



Mi-cha başını öne eğip gülmemek için dudağını ısırıyordu. Eun Chae'nin sesiyle irkildi.



- Yemeğini soğutma Mi-cha.



- Şey, tamam efendim.



Eun Chae dudağını büzüp kaşlarını çattı.



- Efendim de ne demek? Anne de bana.



- Ama..



Sang-ho çocuk gibi kollarını birbirine bağlayıp sandalyesine yaslandı.



- Hayır. Ona sadece ben anne derim.



Eun-chae gözlerini kocaman açarak Sang-ho'ya baktı.



- Hayır beyefendi o da diyecek.



- Demeyecek!



- Diyecek!



- Neden getirdin onu buraya? İstemiyorum, gitsin.



Mi-cha başını öne eğdi. Eun Chae hemen ayağa kalkıp Sang-ho'nun kulağını çekti.



- Ne dedin bir daha söyle.



- Ahhh. Anne ben çocuk muyum?



Eun Chae elini Sang'ho'nun kulağından çekti.



- Özür dilemeye geldi. Sen de ondan özür dile ve barışın.



Sang-ho omuzlarını sallayıp kaşlarını çatarak konuşmaya devam etti.



- Ben barışmam! O benim resimlerimi duvarından sökmüş.



Eun-chae tekrar kulağından çekti.



- Ahh. Anne niye onun kulağını çekmiyorsun?



- Sen benim oğlumsun.



- Hani o da sana anne diyecekti? Onun kulağını da çek. Ahh..



- Barışacak mısınız?



Mi-cha başını kaldırıp dudaklarını ısırarak acı çeken Sang-ho'ya baktı. Bir anda sesini yükseltti.



- Özür dilerim!



Eun Chae elini Sang-ho'nun kulağından çekip Mi-cha'ya sırıtarak baktı.



- Kıyamadın değil mi?



Mi-cha utangaç bir tavırla başını tekrar öne eğdi. Sang-ho ona bakıyordu.



- İki şartım var affetmek için.



Mi-cha ve Eun-chae Sang-ho'ya meraklı gözlerle baktılar. Sang-ho kollarını birbirine bağlayıp çenesini yukarı kaldırdı.



- Birincisi odasına resimlerimi tekrar yapıştıracak, ikincisi yeniden bir mektup yazacak.



Mi-cha dudaklarını büzdü.



- Tamam, kabul ediyorum.



Sang-ho sırıtmamak için kendisini zor tutuyordu.



- İyi o zaman. Affediyorum.



Eun chae gülümseyerek elini çırptı.



- Aferin size koca bebeklerim. Hadi kalkın sofradan. Çabuk çabuk çabuk.



Sang-ho ve Mi-cha hiçbirşey anlamadıklarından saf saf ona baktılar. Eun Chae koşarak ikisinin ceketini getirdi.



- Hadi kalkın. Çok yediniz. Çıkın biraz gezin.



Sang-ho meyvesuyundan bir yudum alıp ceketini giydi ve anahtarını slmaya gitti.. Geldiğinde Mi-cha'ya baktı.



- Hazır mısın Çilek Kız?



Mi-cha "Çilek Kız" olarak çağırılmayı özlediğini farketmiştii. Gülümseyerek başını evet anlamında salladı. Sang-ho sırıtarak hızla Mi-cha'nın koluna girdi.



- Pekala, gidelim o zaman.



*~~~~~*~~~~~*



John yanaklarını şişirip üfledi ve kendisine şeker yedirmeye çalışan Yoo Ji Hyo'ya baktı.



- İstemiyorum diyorum.



Yoo Ji Hyo ayaklarını yere vurup çocuksu bir ifadeyle kaşlarını çattı.



- Bu şekeri senin için almıştım.



- Alma demiştim.



- Ama ikimiz de yiyelim.



- İstemiyorum diye bir laf var. Anlamını öğrenmek ister misin?



- Eğer almazsan John, Ji Hyo'yu seviyor diye bağırırım.



John gözlerini kocaman açtı.



- Saçmalama.



- Peki, gör o zaman.



Ji Hyo tam baçıracakken John eliyle onun ağzını kapattı.



- Of tamam ver şekeri.



Yoo Ji Hyo gülerek şekeri uzattı. John iğrenerek şekeri ağzına alıp söylenmeye başladı.



- Çocuk gibi şeker yiyorum of.



- Şu an lunaparktayız. Kimse yadırgamaz korkma.



- İçim nasıl da rahatladı anlatamam. Sağol



Yoo Ji Hyo onu umursamayıp koluna girdi ve çeke çeke ok atışlarının olduğu yere götürdü. Hızla John'a döndü.



- Oppaa~ bana oyuncak alabilir misin?



- Hayır.



- Biliyordum beceriksiz olduğunu. Alamazsın tabi.



John kaşlarını çattı.



- Sen kime beceriksiz diyorsun.?



Ji Hyo ağzındaki şekeriyle basitçe cevapladı.



- Sana.



-Hiç de bile. Gör bak nasıl alacağım.



- Alamazsın.



- Alırım.



John atış yapmak için birkaç ok aldı. Yoo Ji Hyo kenarda gülerek ona bakıyordu. Bu arada Sang-ho gözüne takıldı. Hemen ellerini yukarı kaldırıp kendisini görmesi için salladı.



- Hey Sang-ho, buraya gelin.



Mi-cha ve Sang-ho onları görünce hızla yanlarına gittiler. Yoo Ji Hyo Sang-ho ve Mi-cha'ya eğildi.



- Oppa atış yapacak. Laf aramızda hiç umudum yok.



John atış yaptı ve vurduğu numaranın sonucunu öğrenmek için adamın yanına gitti.



- Tebrikler, şurdaki kahverengi oyuncak köpeği kazandınız.



John sırıtarak köpeği kucağına aldı ve Yoo Ji Hyo'ya verdi. Ji Hyo hızla John'un boynuna atladı.



- Oppa muhteşemsin. Teşekkürler



John'un gözleri kocaman oldu. Sang-ho ve Mi-cha belli etmeden kıkır kıkır gülmeye başladılar.



- Hey! Ne yapıyorsun. Herkes bize bakıyor.



Yoo Ji Hyo geri çekilip John'un elinden oyuncak köpeği çekti ve konuşmasına devam etti



- Oppa hadi korku tüneline gidelim.



- Sen git ben gelmiyorum.



Yoo Ji Hyo kaşlarını çattı. Sonra hafifçe gülümseyerek John'u yanağından öptü ve koşarak tünelin olduğu yere gitmeye başladı. Bir yandan da bağırıyordu.



- 2 kişilik bilet alacağım. Çabuk gel.



Sang-ho gülümseyerek John'un koluna vurdu.



- Bence git. Korkar tek başına.



Mi-cha John'a yaklaşıp kulağına fısıldadı.



- Bana söylediğini hatırlıyor musun? Seni seveni sevmeyi bilmelisin.



John Mi-cha'ya bakıp başını zorlukla tamam anlamında salladı. Sonra gülümseyerek Yoo Ji Hyo'nun arkasından bağırdı.



- Geliyorum baş belası.



Umarım beğenerek okumuşsunuzdur ^^

Playboy (22. Bölüm)

[22.Bölüm]



Hoşunuza gidiyor mu bilmiyorum ama yine şarkı önereceğim ^^" : Jang Geun Suk - GoodBye, Park Hyo Shin - Snow Flowers, SS501 - Again, 9th Street (or Park Shin Hye) - Without Words



~~~~~~~~~~~~~~~~~~~



Kim Tae Hoon'un gözleri büyümüştü. Mr. Jason anlamamış gibi tekrar sordu.



- Yani... Kızım Yoo Ji Hyo ile evlenmek istediğinizi mi söylüyorsunuz?



John kararlı bir şekilde cevap verdi.



- Evet.



- Fakat, biliyorsun ki o Choi Sang-ho ile evlenecek.



- Sang-ho'nun zaten sevdiği biri var. Üstelik Yoo Ji Hyo da onu sevmiyor.



Mr. Jason başıyla onaylayıp yere baktı. Kim Tae Hoon hala şaşkındı. Birden kendine gelip ayağa kalktı ve "Biraz konuşalım" deyip John'u kolundan tutarak dışarı çıkardı.

John boşluğa bakıyordu. Kim Tae Hoon onun bu tavırlarına hiçbir anlam verememişti.



- John, neden böyle birşey istiyorsun? Song Mi-cha'yı sevdiğini sanıyordum. Yoksa Sang-ho için mi?



John hiçbirşey diyemiyor sadece boşluğa bakıyordu. Kim Tae Hoon derin bir nefes alıp John'un omuzlarından tutarak yalvarır gibi konuştu.



- Ben senin üzüntünü değil mutluluğunu görmek isterim John. Bunu yapmak zorunda değilsin.



John hızla başını kaldırıp babasına baktı.



- Rahat bırak beni baba. Mi-cha'yı sevmiyorum. Yoo Ji Hyo ile evlenmek istiyorum.



Tae Hoon ellerini onun omzundan çekip başını 'tamam' anlamında yavaşça salladı. John hiçbirşey demeden hızla uzaklaştı. Garaja inip kendisini arabasına attı. Direksiyonun yanlarından tutup başını hafifçe yasladı. "Mi-cha'yı sevmiyorum" demişti... Bundan sonra Mi-cha'yı sevdiğini bile söyleyemeyecekti. Kalbinden atmak için çok erken olduğunu düşünse de gözyaşlarına engel olamıyordu. Mi-cha gözyaşlarını onun göğsünde ıslatamayacaktı.. Ona sarılan kişi Song Mi-cha olmayacaktı. Ona bir kez bile hislerini bütünüyle itiraf edememişti. Bundan sonra da asla edemeyecekti.



John'un gözyaşları direksiyonu bütünüyle ıslatıyordu.



*~~~~~~*~~~~~~*



Sang-ho hala lavaboda mermere sıkıca tutunarak ayakta kalmaya çalışıyordu. Başını hafifçe kaldırıp aynaya baktı. Gözyaşları buğulu bakmasına sebep oluyordu. Gerçek annesi babası tarafından öldürülmüştü.. Yıllarca anne sandığı kişi teyzesiydi.

Şimdi ne yapacaktı? "Anne" kelimesinin sıcaklığına alışmışken artık "teyze" mi demeliydi.?



Gözyaşlarını silip yüzünü yıkadıktan sonra ağır adımlarla lavabodan çıktı. Kendisini çok yorgun ve güçsüz hissediyordu, her an bayılacakmış gibi... Asansöre doğru yavaşça ilerlerken arkasından Choi Sung Wook'un sesini duydu.



- Sang-ho konuşmamız lazım.



Sang-ho'nun yüzüne bile bakmaya iğrendiği kişi konuşma teklif ediyordu. Gözleri dolu bir şekilde yavaşça arkasını dönüp ona baktı. Susuyordu. Choi Sung Wook bu bakışlardan gözlerini çekip yere baktı ve mahcup bir sesle konuşmasına devam etti.



- Yoo Ji Hyo ile evlenmeyeceksin..



Sang-ho hiçbirşey söyleyemiyor dolu gözlerle iğrendiği bu adama bakıyordu. Tekrar önüne dönüp asansörün gelmesini bekledi. Asansör durdu ve kapısı açıldı. Tam bineceği sırada Sung Wook bakışlarını yerden çekip Sang-ho'nun arkasından seslendi.



- Ben.. Song Mi-cha ile sana mutluluk dilerim oğlum.



Sang-ho arkasını dönmeden güçsüzce cevapladı.



- Bana oğlum deme.



Sung Wook hiçbirşey söylemeden Sang-ho'nun asansöre binip gidişini izledi.



*~~~~~~*~~~~~~*



Myeong-dae yanındakilerle şakalaşarak bardan içeri girdi. Gözleri John'u farkettiği anda yüzündeki gülümsemeden iz kalmadı. Yanındakilerden ayrılıp John'un yanına bir tabure çekti ve içki söyledi.



John, Myeong'un sedini duyunca başını masadan halsizce kaldırıp uykulu gözlerle ona baktı. Myeong omuzlarından tutup ona destek oldu.



- Neyin var? Çok mu içtin?



John başını yavaşça iki yana çevirip kısık sesle cevapladı.



- Hiç iiçmedim.



- O zaman neden sarhoş gibisin John? Bu halin beni endişelendiriyor.



John gözlerini sıkıca kapatıp açarak kendisine gelmeye çalıştı. Biraz iyi hissedince kendisine merakla bakan Myeong'a yalandan tebessüm etti.



- Evleniyorum, ne güzel haber değil mi?



Myeong beklemediği bu cevap karşısında gözlerini irileştirdi.



- N..nasıl yani?



John gülerek sarhoş gibi bitkince cevapladı.



- Evleniyorum diyorum. Ne demek "nasıl yani". Hani erkek damatlık giyer, kadın gelinlik.. Sonra büyük bir tören düzenlenir. Balayına çıkılır. Genellikle birkaç sene sonra kucakta bir bebek olur. Tarif edebildim umarım.



- Ama kimle?



John'un yüzündeki gülümseme küçüldü. Önündeki kola bardağına baktı.



- Yoo Ji Hyo ile...



Myeong'un aklı karışmıştı.



- Yoo Ji Hyo? Hastanedeki kızdan mı bahsediyorsun. Burda konservatuvarda okuyan kız.?



- Evet o.



Myeong birden sırıttı ve John'un koluna yumruk çaktı.



- Vaaaay. Sendeki şans kimde var be. O kızın yüzü ve fiziği çok güzel. Zaten her karşılaştığınızda sana yapışıyordu.



John utangaç bir tavırla gülümsedi. Myeong da kahkaha atıp devam etti.



- Sen de sonunda onu sevdin demek. Aşka bak be.



John'un yüzündeki gülümseme bir anda düştü. Bardağa boş boş bakarak cevapladı.



- Ben hala Mi-cha'yı seviyorum.



Myeong da gülmesini bir anda durdurdu. Mahcup bir şekilde başını öne eğdi. John onu böyle görünce tekrar gülümsemeye çalışarak konuştu.



- Sence Yoo Ji Hyo beni seviyor mudur? Akşam yemeğini kabul eder mi dersin.?



Myeong arkadaşının mutlu görünme çabalarını gördükçe daha çok üzülüyordu fakat elinden birşey gelmiyordu. Hafifçe gülümseyerek cevapladı.



- Bence kabul eder. Senin gibi çocuğu kim kaçırır?



*~~~~~~*~~~~~~*



Sang-ho kilidi çevirip kapıyı açtı ve yavaşça içeri girdi. Eun-chae üstünde mutfak önlüğüyle gülümseyerek kapıya koştu.



- Geldin mi Sang-ho? Bugün sana çok güzel yemekler hazırladım. Üstünü değiştir, ellerini yıka ve sofraya otur.



Sang-ho boş gözlerle Eun-chae'ye bakıyordu. Yavaşça ona yaklaştı.



- Sen... Dünyanın.. En iyi annesisin.



Eun-chae'ye daha da yaklaşıp sarıldı. Ona teyze demek istemiyordu. Yıllarca annesi olarak bilmişti ve hep öyle kalmasını istiyordu. Eun-chae gülümseyip onu sıkıca sardı.



- Sen de dünyanın en iyi en yakışıklı oğlusun. Hadi ama üstünü değiştirmeye gidiyor musun yoksa ben seni her zamanki yöntemimle göndereyim.



Sang-ho kendisini hızla çekip elini arkasına tuttu.



- Hayır oraya vuramazsın.



- Gel buraya koca bebek.



Eun-chae gülerek Sang-ho'yu kovalamaya başladı. Sang-ho da kahkahayla odasına kaçtı.



Sang-ho odasına gelip kapıya yaslandı. Ne olursa olsun o annesinden farksızdı. Bu sırrı bildiğini hiçbir zaman söylemeyip anne-oğul ilişkilerini bozmamak için kendisine söz verdi. Gülümseyip dolabına yöneldi.



*~~~~~~*~~~~~~*



Eun-chae sabahlığıyla koltuğa yaslanıp bir eline meyvesuyunu diğer eline gazetesini aldı. Bu arada Sang-ho uykulu uykulu saçını karıştırıp Eun-chae'nin yanağına öpücük kondurduktan sonra kendisini koltuğa attı.



- Günaydın anne.



Eun-chae gazetesini yerine bırakıp kolundaki saati Sang-ho'ya tuttu.



- Neredeyse öğle olacak uykucu çocuk. Hadi elini yüzünü yıka, pijamalarını çıkar, giyin ve masaya gel.



- Emredersiniz komutanım.



Sang-ho gözlerini ovalayıp paytak paytak banyoya yöneldi. Eun-chae omleti masaya koyarken Sang-ho'nun telefonundan mesaj sesini duydu. Hafifçe eğilip kimden olduğuna baktı. "Çilek Kız" yazısını görünce büyük sevinçle mesajı açtı. Okur okumaz telefon elinden düşmüştü.



Sang-ho esneyerek masaya oturacakken Eun-chae ani bir hareketle Sang-ho'nun ağzına birşeyler tıkmaya başladı. Sang-ho ise gözlerini kocaman açıp ağzındakileri hızla yutarak bağırdı.



- Anne boğacak mısın beni.?



Eun-chae hızla Sang-ho'nun ceketini giydirmeye çalışıyordu.



- Anne ne oluyor!



- Çabuk Mi-cha'ya koş Sang-ho. Taşınıyormuş!



Sang-ho hızla arabasının anahtarını ve yerdeki telefonunu alıp evden çıktı. Süratle Mi-cha'nın evinin önüne geldi. Ev tamamen boşalmıştı. Hızla kapıdan içeri girip Mi-cha'nın odasına çıktı. Mi-cha odasının ortasında durmuş, tavandaki yıldızlara bakıyordu. Duvardaki resimleri artık yoktu. Mi-cha geldiğini farkedince yavaşça başını Sang-ho'ya çevirdi. Sang-ho nefes nefese kalmıştı. Mi-cha'ya yaklaşıp kolundan tuttu.



- Bu ne demek oluyor!



Mi-cha oldukça sakin cevap verdi.



- Taşınıyorum..



- Hayır! İzin vermiyorum.



Mi-cha hızla kolunu Sang-ho'dan çekti.



- Ben de senden izin almıyorum zaten.



Mi-cha kapıdan çıkacakken Sang-ho arkasından bağırdı.



- Bu yıldızları ve beni bu kadar ruhsuzca bırakabilecek misin?



Mi-cha onun yüzüne bile bakmadan cevap verdi.



- Ben bırakalı çok oldu Choi Sang-ho..



Umarım beğenirsiniz. Şaşıracak bazılarınız belki ama diğer bölüm final.. =(

Playboy (21. Bölüm)

[21.Bölüm]



Yine bir iki şarkı önereceğim ^^: 9th Street(Ya da Park Shin Hye) - Without words, Kim Yoo Kyung - Starlight Tears, Tae Yeon - Can You Hear Me, Lee Sang Gon - My tears...



~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~



Sang-ho olduğu yerde adeta taş kesilmişti. Eli kapının demir kulpunda kalmıştı. Babası... Choi Sung Wook... Bir kadın için annesini mi öldürmüştü? Yıllarca anne dediği kadın aslında teyzesi miydi ?! Sessizce konuşulanlara dikkat kesildi.



Choi Sung Wook öfkeyle ayağa kalktı.



-Kes sesini! Bu konuyu açmaman için servetler döktüm, yıllarca sayemde rahat yüzü gördün!



Eun-chae'nin alaycı yüz ifadesi anında öfkeye dönüştü.



-Onu öldürdün! Onu bir aşk uğruna öldürdün! Senin iğrençliklerini öğrendiği için öldürdün!



Choi Sung Wook vicdan azabının verdiği derin acıyla titriyordu. Elleriyle saçını karıştırıp bağırdı.



-Sus diyorum! Sus artık!



Eun-chae öfkeyle ayağa kalkıp karşısına geçti.



-Susmayacağım. Yıllarca sırf Sang-ho zarar görmesin diye yeterince sustum zaten. Ablam böyle birşey olacağını biliyordu. Ona birşey olduğu takdirde Sang-ho'ya benim bakmamı istedi. Eğer ben olmasaydım onu acımasızca bir yurda verecektin yalan mı?



Sung Wook birkaç adım atıp Eun-chae'ye yaklaştı.



-Ama yapmadım! Ona annelik yapman için seninle resmi olarak evlendim. Her ne kadar evlilik hayatı yaşamasak da evlendim! Sana ve ona servet harcadım. Nankörlük yapma!



Eun-cha gözlerini devirip acı bir gülümsemeyle ona baktı.



-Hah! Ne o? Şimdi de bana iyi biri gibi görünmeye mi çalışıyorsun? Sen onu iyilik olsun diye değil, sus payı için yaptın. Ne nankörlüğünden bahsediyorsun! Ablamı, o masum insanı harcadın.



- Onunla zorunluluktan evlendim. Babamın zoruyla.



-Şu an senin Sang-ho'ya yaptığının aynısı yani!



Choi Sung Wook yutkunup bakışını başka yere çevirdi. Eun iç çektikten sonra konuşmasına devam etti.



- O zamanlar bu kadar zengin değildin. Ablam ve ben yetişme yurdunda büyüdük. Senin pisliklerine göz yummak için biçilmiş kaftandık. Mafyalık, zorbalık, haksızlık yaparak kendini geliştirdiğin doğru. Şimdi o tür işler yapmadığın da doğru ama doğru olan birşey daha var... Ablamı o aptal kadın uğruna öldürdüğün..!



Sung Wook öfkeyle bağırdı.



-Ona hakaret edemezsin!!



Eun Chae hafif bir kahkaha attıktan sonra devam etti.



-Hala onun seni sevdiğini sanacak kadar aptalsın!



Sung Wook vurmak için elini kaldırdığında Eun öfkeyle havada onun bileğini tutup var gücüyle sıktı.



-Bana vuracak mısın? Geçmişini tüm dünya duyduktan sonra pişman olmayacak mısın Choi Sung Wook!



Sung Wook hızla elini çekti.



-O belgeleri gözümün önünde yakmıştık!



Eun kahkaha atarak kendisini deri koltuğa bıraktı.



-O belgeleri kopyalamayacağımı mı sandın? Ablam kadar saf değilim Sung Wook! Sen beni korkutamazsın. Yaptığın her haltın belgesi ve şahitleri var.



Sung Wook'un yüzündeki öfke gitmiş, yerini endişe ve çaresizlik almıştı. Yavaşça kendisini koltuğa bırakıp başını ellerinin arasına aldı. Sesi daha kısık çıkıyordu.



-Benden ne istiyorsun?



Eun Chae zaferin vermiş olduğu hisle acı bir tebessüm oturttu yüzüne. Sakince cevapladı.



-Sang-ho ve Yoo Ji Hyo'nun evliliğinin iptal olmasını..



Sung Wook hızla başını kaldırıp yalvarır gibi baktı.



-Bunu benden isteme. Ona söz verdim... Min-ah 'ya söz verdim. Bu evlilik olmalı.



-Hiç anlamıyorsun. Hiç anlamak istemiyorsun değil mi? O seni yıllarca kullandı ve kullanmaya devam ediyor.



Sung Wook titremeye başladı. Bu söz, bu düşünce deli ediyordu. Lee Min-ah onun en hassas konusuydu. Gençliğinden beri sevdiği tek insandı.



Eun-cha koltuğundan hafifçe doğruldu ve öfkeyle konuşmasına devam etti.



-Hala anlamak istemiyorsun değil mi? O seni sevmiyor, sevgini kullanıyor!



-Sus artık!!



-Söyle öyleyse.. Neden ençliğinde, ablamla evlenmeden önce onun peşinden koşarken seni hiçe sayarak Mr. Jason ile evlendi? Neden sen zengin olunca, şirket büyüyünce evli olduğu halde seni boşanman için ikna etmeye çalıştı? Boşanacağın sırada yaşanan kriz yüzünden Sang-ho'nun doğmasını bahane ederek senden tekrar vazgeçti?



Sung Wook çıldırıyordu bu sözler karşısında.



-O beni sevdi!



Eun bağırmaya başladı.



-O seni sevmedi! Onun sevdiği tek şey senin zenginliğin! Sana yaklaşmaya çalışıyor son 2 senedir. Kızıyla Sang-ho'yu evlendirmek istiyor. Bunun için senden söz aldı. Sebebini merak ettin mi? 2 senedir Thailand'daki yapım şirketleri olduğu yerde sayıyor. Thailand geliştikçe onların şirketi mahvoluyor. Şimdi yine seni kullanarak paraya ulaşmaya çalışıyor. Böyle iğrenç bir kadın işte!



Sung Wook'un gözlerinden yaş geliyordu. Hayatta tek hassas olduğu konu Min-ah ve onu aşkıydı.



-Yalvarırım sus! Ona verdiğim sözü alamam.



Sang-ho dakikalarca ağzını tuttuğu elini indirip derin derin nefes aldı. Kalbi sıkışacak gibiydi. Hızla kendisini lavaboya attı. Dizlerinde güç kalmadığını hissediyordu.. Fayansa tutunup nefes almaya çalıştı.



Eun chae çantasını alıp hızla ayağa kalktı. Kapıya vardığında geri dönüp Sung Wook'a baktı.



-Ona verdiğin söz ve şu gözyaşların umrumda bile değil. Yıllarca sadece Sang-ho için çalıştım yine onun için çalışacağım. Eğer bu evlilik gerçekleşirse gözünün yaşına bakmadan seni hapsettiririm. Geçmişimin öcünü alırım.



Eun-chae kapıyı açıp çıkacakken Sung Wook'un sesini duydu.



-Yalvarırım bunu yapma. Peki, kabul ediyorum. Bu evlilik gerçekleşmeyecek.



Eun-chae hiç birşey söylemeden kapıyı çarpıp çıktı.

*~~~~~*~~~~~*



Kim Tae Hoon lavaboya gireceği sırada ağlama sesleriyle durdu. Hafifçe başını eğip bu sesin geldiği yere baktı. Sang-ho olağan gücüyle mermerden tutmuş, hıçkırarak ağlıyordu. Hiçbirşey demeden lavabodan çıkıp telefonu eline aldı. Telefonun ucundan nihayet ses geldi.



-Baba?



-John, hemen şirkete gelmelisin. Sang-ho kötü görünüyor.



-Ne?! Ama neden?



-Bilmiyorum. Lavaboda çok kötü bir şekilde ağlıyor. Gel ve arkadaşına yardım et. Onun en iyi dostu sensin.



John'un aklına Mi-cha gelmişti. Birkaç saniye düşündükten sonra kararlı bir şekilde cevap verdi.



-Sang-ho ile değil, seninle ve Mr Jasong ile konuşmak için geleceğim. Onu odana al ve beni bekle baba.



- Ama John..



Tae Hoon lafını tamamlayamadan telefon kapandı.



John üstüne birşeyler geçirip odasından çıkacağı sırada yavaşça Mi-cha'nın resimlerine döndü. Gözleri dolmaya başladı. Fikrini değiştirmemek için hızla kendisini dışarı attı.



*~~~~~*~~~~~*



Mi-cha başını kaldırıp annesine baktı.



-Taşınmak zorunda mıyız?



Annesi yavaşça Mi-cha'ya sarılıp duvardaki resimlere baktı.



-Bu senin için tek çözüm yolu canım. Yakında herşey geçecek. Güven bana.



Mi-cha hiçbirşey söyleyemedi.



*~~~~~*~~~~~*



John derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı tıklatıp içeri girdi. Mr. Jason ve Tae Hoon'u selamladı.



-John, bizimle konuşmak istediğin konu neydi.



John yutkunup kararlı bir sesle cevap verdi.



-Eğer izin verirseniz Yoo Ji Hyo ile evlenmek istiyorum. Eğer bu şirket ilişkileri için gerekliyse bu kişi ben olmak istiyorum.



Umarım beğenmişsinizdir ^^"

Playboy (20. Bölüm)

[20.Bölüm]



NOT: O kurken size önereceğim birkaç şarkı var. Hangisi mevcutsa ve istiyorsanız onunla dinleyin ^^ Tae Yeon - If, Heo Young Saeng - Is it Love? , SS501 - Only One Day, The Melody - Goodbye, Jang Geun Suk - Goodbye, Shin Min Ah - Sha la la. Smile



~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~



-Eun Chae, biliyorsun ki o belgeler ve şahitleri Japonya'da. Şu an iş için Çin'deyim. Ne zaman için lazım?



-En geç 1 hafta.



-Sanırım o kadar kısa bir sürede toplayamayız.



Eun Chae gözlerini devirip iç çekti.



-Bir yolunu bul. Hoşçakal.



Telefonu kapattıktan sonra Telefonun kenarıyla oynamaya başladı. Aslında başka şeyler düşünüyordu. Ablasını...



Yavaşça Sang-ho'nun odasına girdi. Hala duvarın dibinde dizlerini karnına çekmiş vaziyette oturuyordu. Omuzlarından tutup kalkmasına yardım etti ve yatağa yatırdı.

Arkasını dönüp gidecekken Sang-ho'nun sesini duydu.



-Yavaşça 3'e kadar sayar mısın?



Eun Chae'nin birşey anlamadığı yüz ifadesinden belliydi. Arkasını dönüp ona şaşkın gözlerle baktı.



-Bana mı söyledin canım?



-Evet anne. Uyuyamıyorum. 3'e kadar sayar mısın?



Sang-ho'nun dolu gözleri yalvarır gibi bakıyordu. Eun chae yavaşça Sang-ho'ya yaklaşıp saçını okşadı.



- 1....2....3



Sang-ho yavaşça gözlerini kapattı. Eun chae eğilip Sang-ho'nun saçına öpücük kondurduktan sonra kapıyı hafifçe kapatıp odadan çıktı.



*~~~~~*~~~~~*



John vitrine bakar bakmaz gözleri büyüdü. Hızla Mi-cha'ya dönüp gülerek konuştu.



-Çok lezzetli duruyorlar, değil mi? Hemen ikimiz için birer kurabiye alacağım. Burda bekle.



Mi-cha gülümseyip ellerini cebine attı ve John'un dışarı çıkmasını bekledi.



Sang-ho arabasının arka koltuğunda telefondaki sese isteksiZce cevap verdi.



-Anladım diyorum. Yoo Ji Hyo ile akşam yemeğe gideceğim. Artık rahatsız etme beni.



Hızla telefonu kapatıp iç çekti ve camdan dışarı baktı. Kırmızı ışıkta durduklarından denizi izleme fırsatı bulabilmişti. Deniz çok durgundu. Kendisi kadar bitkin durduğunu düşündü. Başını diğer yana çevirdiğinde yüzündeki hafif tebessüm anında şaşkınlığa dönüştü. Mi-cha ile göz gözeydi.. Her zamanki masumluğuyla duruyordu. Mi-cha 2 hafta sonra bu alışık olduğu yüzle karşılaşınca hayatın durduğunu hissetti. Sadece uzun uzun bakmak istiyordu. Yanından geçen bir bisikletli Mi-cha'ya çarptı ve Mi-cha yere düştü. Sang-ho bir an kendisine gelip yanına gideceği sırada John'un hızla pastaneden çıkıp Mi-cha'yı yerden kaldırdığını gördü.



-Mi-cha iyi misin? Ah lanet olası çocuklar. Doğru düzgün kullanamaz mısınız şu bisikleti sanki.



Mi-cha hiçbirşey söylemeden Sang-ho'ya bakıyordu. Birden hiç görmemiş gibi gülümseyerek John'a döndü.



-Merak etme iyiyim. Hadi gidelim. Çilek suları benden.



John gülümsedi. Mi-cha'yı sıkıca tutarak ilerlemeye başladılar. Mi-cha başını çevirip geriye baktı. Yeşil ışık yanmış ve arabalar gitmişti. Tekrar yavaşça önüne döndü.



Sang-ho başını geriye yaslayıp gözlerini kapattı. Bir müddet sonra arabanın durup kapısının açıldığını farketti. Hızla inip şoförün elinden anahtarı kaptı ve ön koltuğa oturdu.



-Ama efendim Choi Sung Wook sizi bekliyor.



Sang-ho öfkeyle cevap verdi.



-Bir yere kaçtığımız yok. Gelirim birkaç saate.



Hızla arabayı çalıştırıp sürdü. Yol boyunca Mi-cha'nın söylediklerini düşünüyordu.



"Eğer yanında olamayacağımı hissedersen o zaman yazdıklarımı aç ve oku"



Artık yanında olamayacağını hissediyordu. Kamp alanına gelince arabasından yavaşça inip kağıtları gömdükleri yere gitti.



Toprağa diz çöküp bir müddet baktı. Hızla toprağı elleriyle eşmeye başladı. Kağıdı görünce durup nefes aldı. Yavaşça kağıda uzanıp topraktan çıkardı. Açmaya korkuyordu. Bir müddet baktıktan sonra hafifçe açtı.



"Cümleye nasıl başlayacağımı bilemiyorum... Tek bildiğim şey var o da bu mektubu birlikte okumayacağımız. Çok yakın.. Çok yakın bir zamanda eline alacaksın bu kağıdı, biliyorum. Sana söylemek istediklerimi yüzüne söyleyecek kadar cesaretim olmadığı için bunu yazdım. Sang-ho sen... Benim hayatımda gördüğüm ilk aşksın. Son olacağını söyleyemem belki ama hep ilk kalacaksın. Benim için yaptığın hiçbirşeyi unutmayacağım. Benim için yaptığın, fakat bilmediğimi sandığın herşey için teşekkür ederim. Sen benim bildiğimi bilmiyordun.. Tokamı arabanda sakladığını, ben uyurken saçlarımı okşadığını, pembe tavşan için o adama para verdiğini, kütüphanedeki rafların yerini değiştirip kitapları uzanacağım yere aldığını, her eve gidişimde beni gizlice izlediğini, bana hediye vereceğini söylediğinde öpeceğini.... Hepsini biliyordum ve farkındaydım. Sana söylemediğim için özür dilerim. Bunlar o kadar hoş şeylerdi ki, o mutluluğumun bozulmasını istemedim. Çünkü biliyorum, duygularının açığa çıkmasını sevmezsin.



Sang-ho, aslında bunu yakında evleneceğini bildiğim için yazdım. Eğer... Eğer bir çocuğun olursa onu üçe kadar sayarak uyut.. Kampa getir, dövüş dersi ver, odasını yıldızlarla döşe, lunaparka götür, pembe bir tavşanı olsun.. Herşey için teşekkürler. Beni unutma olur mu? Hoşçakal."



Sang-ho'nun elindeki kağıt yere düştü. Titriyordu. Gözlerinden yaşlar damla halinde düşüp toprağı ıslatıyordu.



*~~~~~*~~~~~*



John ve Mi-cha boş bir banka oturdular. John gözlerini kapatıp başını yukarıya kaldırıp derin bir nefes aldıktan sonra gülümseyerek Mi-cha'ya döndü. Hızla paketi açıp kurabiyeleri uzattı.



-Al bakalım. Eminim tadı harikadır.



Mi-cha yavaşça kurabiyeyi ağzına götürdü. John jendinden geçmiş şekilde mırıldandı.



-Tadı harikaa!



Bu arada önlerinden kucağında oyuncak pembe tavşan olan küçük bir kız geçti. Mi-cha kurabiyeyi ısıracakken yavaşça elini bıraktı. Kurabiye yere düştü. John başını çevirip yerdeki kurabiyeye baktı.



-Yere mi düşürdün? Merak etme biraz daha var. İşte burda.



John kurabiyeyi Mi-cha'ya uzatınca birden gülümsemesi söndü. Başını yana eğip Mi-cha'ya baktı. Bir damla yaşın dudaklarına indiğini gördü. Elindeki kurabiyeyi paketine bırakıp Mi-cha'nın omzuna dokundu.



-Birşey mi oldu Mi-cha?



Mi-cha hızla yüzünü John'un göğsüne yasladı. Göğsünü Mi-cha'nın gözyaşlarının ıslattığını hissediyordu.



-John, onu özledim.. Çok özledim.



John Mi-cha'ya yavaşça sarıldı. Hiçbirşey söylemiyor sadece boşluğa bakıyordu.



*~~~~~*~~~~~*



Sang-ho'nun telefonu çaldı. Bitkin bir şekilde açtı.:



-Ne var yine?



Choi Sung Wook'un bağırtısını duydu yine.



- Derhal buraya geliyorsun. Yoo Ji Hyo ve babası da gelecek.



-Geliyorum!



Sang-ho kağıdı yerine koyup gömdü ve arabasına bindi.



*~~~~~*~~~~~*



Choi Sung Wook önündeki dosyaları incelerken kapının tıklatılmasıyla irkildi. İçeriye sekreteri girmişti.



-Efendim sizi görmeye..



Sung Wook onun lafını bölüm dosyalarına döndü ve aceleci konuşmasına devam etti.



-Choi Sang Ho geldi biliyorum. İçeri al.



-Hayır efendim. Bayan Eun Chae sizi görmek istiyor.



Bu arada içeri hızla Eun Chae girdi ve sekretere döndü.



-İzin almana gerek yok. Kısa bir görüşme olacak.. Çıkabilirsin!



Sung Wook gözlüklerini çıkarıp hızla ayağa kalktı.



-Sen...!! Sen ne zaman geldin?



Eun chae gülerek kendinden emin bir tavırla koltuğa oturup bacak bacak üstüne attı.



-Ne zaman geldiğim önemli mi?



Choi Sung Wook hala korkulu gözlerle ona bakıyordu. Yavaşça karşısındaki koltuğa oturdu.

Kaşlarını çatıp öfkeli ses tonuyla konuştu.



-Neden geldin? Japonya'da ne cehenneme gidiyorsan git, Seoul'e dönme demedim mi?



-Ben de defalarca bunun seni ilgilendirmeyeceğini söyledim.



Sung-Wook iyice öfkelenmişti.



- Buraya neden geldin!!!



Sang-ho hızla Choi Sung Wook'un odasının olduğu kata çıktı. İçeri girecekken sekreter durdurdu.



-Efendim, Choi Sung Wook şu an Bayan Eun Chae ile konuşuyor. Giremezsiniz.



Sang-ho kaşlarını çatıp sekreteri itti ve odaya doğru ilerledi. Kapıyı açacakken Eun-chae'nin sözüyle olduğu yerde kaldı.



-Neden mi geldim? Çok basit.. Uğruna ablamı yani Sang-ho'nun gerçek annesini öldürttüğün kadın hakkında konuşmaya geldim. Ve tabi onun kızı Yoo Ji Hyo hakkında...!



Umarım beğenirsiniz. Beğenen ve yorum yapan herkese çok teşekkür ediyorum ^^" 

Playboy (19. Bölüm)

[19.Bölüm]



Sang-ho mimarlık bölümüne gelip Mi-cha'nın çıkmasını bekledi. Mi-cha nihayet çıkmıştı.



-Bazen bölüm değiştirdiğime şükrediyorum. Dersleriniz neden bu kadar uzun?



Mi-cha gülümsemeye çalıştı ama beceremiyordu.



-Bilmem.. Ben zevkle dinliyorum.



Mi-cha yürümeye devam etti. Sang-ho şaşkın bir şekilde arkasından bakıp seslendi.



-Hey, hey, hey!! Ben buraya senin için gelmiştim.



Mi-cha durdu. Sang-ho onun karşısına geçip masum yüzüne baktı.



-Birşeyin mi var? Hasta mısın?



Mi-cha sahte bir gülümsemeyle konuşmasına devam etti.



-Yoo.. Yorgunum sadece. Eve gidiyorum.



-Ben bırakırım.



-Hayır Sang-ho..! Yani, sınıftan bir kız bırakacak. Ona söz verdim.



-Tamam o zaman.



-Yarın söz, birlikte güzel bir gün geçiririz.



Sang-ho'nun gözlerinin içi parlıyordu.



-İşte bunu sevdim. Yarın görüşürüz o zaman. Ben gidiyorum.



Mi-cha elini salladı.



-Tamam, görüşürüz.



Sang-ho gidecekken geri dönüp Mi-cha'ya gülümseyerek baktı.



-Ponponlu şapka çok yakışmış. Eldivenlerin de.



Mi-cha çocuksu tavrıyla gülüp el salladı.



Sang-ho gittikten sonra az önce kendisini arayan kişinin tekrar aramasını bekledi. Telefonu çalınca isteksizce açtı.



-Song Mi-cha?



-Evet?



-Hazırsanız kampüsün arkasındaki park alanına gelin.



-Neden sizinle gelmek zorundayım? Kendi arabamla da gidebilirim.



-Choi Sung Wook beklemeyi sevmez.



Telefon anında yüzüne kapandı. Mi-cha Sang-ho'nun babasına karşı direnmek istemiyordu. Direnirse zararlı çıkacağından emindi. İsteksizce park alanına yürümeye başladı. İleride siyah bir araba ile 2 adam kendisini bekliyordu. Mi-cha yaklaşınca kapıyı açtılar. Mi-cha hem korkarak hem isteksizce arabaya bindi.



*~~~~~*~~~~~*



Choi Sung Wook'un kapısı tıklatıldı. Koltuğundan hafifçe doğruldu.



-Efendim, Song Mi-cha geldi.



-İçeri al ve çık.



-Peki.



Song Mi-cha yavaşça içeri girdi. Kapı kapandı. Korkuyordu fakat belli etmemeye çalıştı. Yavaşça eğilip selamladı.



-Beni istemişsiniz.



- Hiç ısrar etmeden geldiğine göre beni ve gücümü biliyor olmalısın.



-Biliyorum.



Sung wook içki bardağını eline alıp koltuğuna yaslandı.



-Dışardan belli olmuyor zmz çok zeki bir kızmışsın. Hiç zarar görmeden buraya gelmeyi kabul ettin. Açıkçası senin canını acıtmak isterdim. İşim kolay olmalı.



Mi-cha'nın çocuksu yüzü ilk defa öfkeli duruyordu.



-Benden ne istiyorsanız bir an önce söyleyin.



Choi Sung Wook tekrar doğrulup içkisinden bir yudum aldı ve masadaki dosyayı açtı. Sayfaları çevirirken bir yandan da konuşmaya başladı.



-Lafı gevelemek gibi bir niyetim yok. Sang-ho yakında evleniyor.



Mi-cha'nın duymaktan korktuğu sözlerdi bunlar. Nefes alıp verişi değişmişti. Sung wook dosyadan başını kaldırıp onun yüz ifadesine baktı ve kahkaha atarak devam etti.



-Ne o? Seninle evleneceği planları mı yapıyordun? Choi Sang-ho'dan bahsediyoruz... Senden önce kaç kızla yattığını kendisi bile bilmiyor. Hatta yüzlerini bile hatırlamıyor çoğunun. O senin kurduğun küçük hayal dünyana sığamayacak kadar büyük ve güçlü. Kendisi gibi biriyle evlenecek.. Evlenmeli.



Mi-cha'nın gözleri dolu dolu oldu. Daha fazla dayanamayıp sesini yükselterek konuşmaya başladı.



- Choi Sang-ho neden babasına adıyla hitap ediyor hep merak ederdim. Şimdi daha iyi anlıyorum. Size bakınca baba sıfatına yakıştıramadığındandır.



Choi Sung Wook hızla ayağa kalkıp Mi-cha'nın çenesinden tutup öfkeyle sıkmaya başladı.



-Sang-ho ve benim babalığım hakkında laf söylemek sana düşmez. Onun peşini bırak. Seni pişman ederim.!



Mi-cha tüm gücüyle Sung Wook'u itip nefes aldı. Hiçbirşey söylemeden hızla odasından çıktı.

Sung Wook dışardaki adamlardan birini çağırdı.



-Buyrun efendim.



-Masamın üstündeki dosyayı al ve Kang Minhyuk'a götür. O ne yapacağını biliyor.



-Peki efendim.



*~~~~~*~~~~~*



Mi-cha yatağının üstüne oturup Sang-ho'nun resimlerine baktı. Gözlerindeki bir damla yaşı silip telefonu eline aldı ve Sang-ho'yu aradı. Kahkahalarla bir ses cevap verdi.



-Çilek kızım?



-Yanlış bir zamanda aradım sanırım.



-Hayır hayır. Annemle oyun oynuyorduk. Bitmişti. Hayret? Neden aradın bu saatte?



-Senden birşey isteyeceğim bugün.



Sang-ho portakal suyunu alıp annesine göz kırptı ve kendi odasına geçti.



-İste tabi.



-Diyorum ki yarın dışarı çıkacağız ya...



Sang-ho meyvesuyundan bir yudum aldı.



-Evet buluşacağız.



- Bugün bir kağıda benim hakkımda, birşeyler yaz.



Sang-ho'nun yüzündeki gülümseme gitti. Elindeki meyvesuyunu masaya bıraktı.



-Bunu neden istiyorsun?



Mi-cha'nın gözleri dolmuştu yine. Sesinin neşeli gelmesi için elinden geleni yapıyordu.



-Ben de senin için yazacağım. Lütfen..



-Tamam.



-İyi geceler.



-İyi geceler.



*~~~~~*~~~~~*



Mi-cha Sang-ho'nun arabasına bindi. İkisi de suskundu. Birkaç saniye sonra Sang-ho Mi-cha'ya döndü.



-Sanırım bu yazdıklarımızı şimdi okumayacağız.



Mi-cha gülümsemeye çalıştı.



-Evet.



-Nereye gidelim şimdi?



-Kampta gittiğimiz yere.



sang-ho hiçbirşey söylemeden arabayı sürdü. Yol boyunca hiçbirşey konuşmadılar.



Çadır kurdukları yere geldiler. Mi-cha çocuksu gülümsemesiyle Sang-ho'ya döndü.



- Benim için yazdığın kağıt nerde?



- Önce sen göster.



-Birbirimize göstermeyeceğiz. Buraya gömeceğiz.



-Ne?



-Daha sonra birlikte okuruz.



Sang-ho hiçbirşey demeden kağıdı çıkardı.



-İyi de neyle gömeceğiz?



-Merak etme yanımda gerekli araçları getirdim.



Mi-cha dizinin üstüne oturup toprağı kazmaya başladı.

Sang-ho ona bakıyordu. Mi-cha gömdükten sonra toprakla kapattı ve Sang-ho'ya döndü. Sesi çok kısık çıkıyordu.



-Sang-ho, bu kağıtlar hep burada kalacak. Eğer bir gün yanında olamazsam o zaman aç ve oku. Ama eğer buraya bir kez daha gelip yıldızları izlersek o zaman birlikte okuyalım. Tamam mı?



Sang-ho boş gözlerle Mi-cha'ya baktı. Yüzünde hiçbir ifade yoktu. Yavaşça başını "tamam" anlamında salladı.



*~~~~~*~~~~~*



Sang-ho isteksizce Sung Wook'un odasına girdi. Sung Wook öfkeyle ona bakıyordu.



- Sang-ho çok konuşmayı sevmem. Şu elimdeki belgeler Song Mi-cha'nın babasının o saçma sapan şirketiyle ilgili belgeleri içeriyor. Sana son kez söylüyorum, Yoo Ji Hyo ile evleneceksin. Yoksa Song Mi-cha'nın hayatını alt üst ederim.



-Birşey yapamazsın. Benim de paramın olduğunu unutma.



Sung Wook kahkaha atıp ona telefonu gösterdi.



-Banka hesabın kapandı. İstersen bankayı arayabilirsin. Korkma, bedava.



Sang-ho öfkeden titriyordu.



-Ona...sakın zarar verme!!!



Sung Wook ayağa kalkıp Sang-ho'ya yaklaştı.



-Bu senin bir sözüne bakar.



Sang-ho elini yumruk yapıp başını öne eğdi.



-Kabul ediyorum.. Yoo Ji Hyo ile evleneceğim.



Choi Sung Wook sırıtarak telefonu eline aldı.



-Kang Minhyuk, sana gönderdiğim belgelerle şu an işimiz kalmadı. Herşey halloldu.



*~~~~~@~~~~~*



John saçını kurulayarak duştan çıktı. Odasında babasını görünce şaşırıp bir an durdu.



-Baba?



Kim Tae Hoon yatağın üstündeki resimlerden gözünü çekip John'a gülümseyerek baktı.



-Bu sevimli kız kim?



John utangaç bir tavırla fotoğrafları toplamaya başladı.



-Yakın bir arkadaşım.



-Doğru söyle..Çıkıyor musunuz?



John da güldü.



-Hayır hayır. Sadece arkadaşım.



Tae Hoon John'un elinden resimleri alıp dikkatle baktı.



-Bu kızı tanıyorum galiba.



John boynunu öne eğip yatağın üstüne oturdu. Yavaş bir tonda cevap verdi.



-Sang-ho'nun sevgilisi.



-2 haftadır yurtdışında olduğun için haberin yok. Sang-ho Yoo Ji Hyo ile evleniyor.



John hızla ayağa kalktı.



-Ne? Ama nasıl olur?



-Bilemiyorum. Sang-ho da oldukça istekli duruyor. Yoo Ji Hyo ile geçen gün yemeğe gittiklerini gördüm.



John şok olmuştu. Yatağının üstüne oturup kendi kendine konuştu.



- Zavallı Mi-cha.. Çok üzülmüş olmalı.



Kim Tae Hoon gülümseyerek oğlunun yanına oturdu ve elini onun omzuna attı.



-Annenle ben bu kızla tanışmak isteriz John. Yakın bir zamanda davet et olur mu?



*~~~~~*~~~~~*



Sang-ho iki haftadır Mi-cha'nın yanına uğramıyor, onu aramıyordu bile. Mi-cha da onu.. Sang-ho odasına gelip duvara çöktü. Mi-cha'nın böyle davranmasına anlam veremiyordu. Sanki herşeyi biliyor gibi Sang-ho ile konuşmuyordu. Sang-ho kapısının tıklatıldığını duyunca kendisine geldi. Bayan Eun-chae yavaşça odaya girdi. Sang-ho'nun yanına diz çöktü.



-Sang-ho, günlerdir odandan çıktığın yok. Neler oluyor?



-Birşey yok..



Sang-ho gözlerini annesinden çekip önüne döndü. Eun chae korkmaya başlamıştı.



-Mi-cha ile mi ilgili?



Sang-ho'nun gözlerinden bir damla yaş düştü. Hızla Eun Chae'ye sarıldı.



-Yoo Ji Hyo ile evleniyorum.



Eun Chae hiçbirşey anlamamıştı.



-Sakin ol. O kim?



-Thailand'lı bir iş adamının kızı.



Eun Chae'nin gözleri büyüdü. Hızla kendisini Sang-ho'dan çekip aceleyle sordu.



- O Thailand'lı iş adamı Mr. Chang mı?



Sang-ho hafifçe başını "evet" anlamında salladı. Eun chae hızla odadan çıkıp Sang-ho'nun duyamayacağı bir yere gidip telefonla birisini aradı.



- Eun chae?



- Bay Hyun, Choi Sung Wook ile ilgili belgeler hala sizde mi?



- Evet.



- Seoul'deyim. O belgeleri bana gönderin. Sanırım işe yarama vakti geldi.



*****

Şu an çok zor şartlar altında yazdım. Umarım beğenirsiniz. ^^"

Playboy (18. Bölüm)

[18.Bölüm]



Mi-cha ve Sang-ho çalışmak için kütüphaneye girdiler. Mi-cha her zamanki gibi kitaplara ulaşamayınca Sang-ho raflardan tek tek indirdi. Song Mi-cha yavaşça anlatmaya başladı. Sang-ho onu dinlemiyor, yüzüne uzun uzun bakıyordu. Mi-cha susup çocuksu gülümsemesiyle ona döndü.



-Sanırım anlamadın.



Sang-ho tebessüm etmeye çalıştı fakat beceremiyordu. Başını öne eğdi. Mi-cha eğilip çocuksu bakışlarıyla ona baktı.



-Birşeyin mi var?



Sang-ho gözlerini ondan çekip önündeki kitapla oynamaya başladı. Bir yandan da yavaşça konuşuyordu.



-Mi-cha, artık bana ders çalıştırmana gerek yok.



Mi-cha yavaşça başını öne eğip gülümsemeye çalıştı.



-Kendi başına çalışabileceğini mi söylüyorsun?



-Hayır... Mimarlık okumayı bırakıyorum. Konservatuvara geçiş yapacağım.



Mi-cha daha fazla gülme numarası yapamadı. Aklına hastanede karşılaştığı kız gelmişti..Yoo Ji Hyo... Sang-ho'ya çevirdi kafasını.



-Bunu baban mı istedi.



Sang-ho şaşkın gözlerle ona baktı.



-Bunu nerden biliyorsun? Babamı tanıyor musun?



-Hastanede karşılaşmıştık... Bunu o mu istedi Sang-ho?



Sang-ho iç çekip cevap verdi.



-Evet..



-Yoo Ji Hyo ile birlikte mi okuyacaksın?



Sang-ho Mi-cha'nın kendisiyle ilgili bu kadar çok bilgiyi nerden öğrendiğini merak ediyordu ama sormadı. Hızlı bir şekilde cevapladı.



-Hayır. Bu üniversiteye kayıt yaptırdım hemen.



Mi-cha'nın içi biraz rahatlamıştı. Tekrar gülümsemeye çalışarak ona baktı.



-Peki. Başarılar dilerim yeni bölümünde.



Sang-ho dudağını büzüp ayağa kalktı ve Mi-cha'nın arkasına geçip kollarını onun boynuna doladı. Dudağını saçlarında gezdirdi.



-Merak etme. Çilek kızımla aynı sırada oturamayacak olsam da her boş vaktimizde başının etini yemeye devam edeceğim.



Mi-cha gülümsedi. Dudaklarını büzüp çocuksu tavrıyla konuşmaya başladı.



-O zaman kim bana her sabah çilek suyu getirecek?



-Ben



-Sınıf etkinliklerinde kiminle vakit geçireceğim?



-Kaçıp gelirim seninle.



-Her kütüphaneye geldiğinde kim rafa uzanıp benim için kitap alacak?



Sang-ho başını kaldırıp raflara göz attı. Sadece hafifçe gülümsedi. Sonra ellerini onun boynundan çekip karşısına dikildi ve heyecanla konuşmaya başladı.



-Bu haftasonu annem Japonya'dan gelecek. Seninle tanışmak için.



Mi-cha'nın gözleri parladı.



-Sahi mi?



-Evet. Senin aptallıklarından biraz fazla bahsetmişim ona sanırım.



Mi-cha Sang-ho'ya vurup güldü.



*~~~~~*~~~~~*



Sang-ho ve Mi-cha ellerinde çiçekle havaalanında beklemeye başladılar. Sang-ho yanaklarını şişirip üfledi ve saatine baktı.



-Şimdiye gelmeliydi.



-Trafiğe yakalanmıştır.



-Saçmalama havada ne trafiği?



-Ben de onu anlatmaya çalışıyorum. Biraz sabret. Gelir birazdan.



Sang-ho elindeki çiçekle Mi-cha'nın kafasına vurdu. Mi-cha da elindeki çiçeği ona vurmak için elini kaldırmıştı ki biri aniden kendisine çekip sarıldı. Mi-cha'nın burnuna yoğun parfüm kokusu geldi. Şaşkın şaşkın bakıyordu. Sarılan kişi hızla kendisini çekip Mi-cha'nın tek elinden tuttu ve bir tur dönderdi.



-Ah, resimlerinden tanıdım. Gerçekten çok sevimli bir kızsın.



Mi-cha garip garip karşısındaki şapkalı,gözlüklü, oldukça bakımlı olan kadına baktı. Sang-ho kollarını birbirine bağlayıp çocuk gibi bir tavır aldı.



-Anne, önce bana sarılmalıydın.



Kadın kahkaha atıp Sang-ho'ya sarılıp öptükten sonra tekrar Mi-cha'ya döndü.



-Açıkçası Song Mi-cha daha sevimli geldi. Bu yüzden ilk ona sarılmak geldi içimden.



-Çiçeğini vermiyorum o zaman.



-Aa yapma ama Sang-ho. Mi-cha'yı ilk kez yakından görüyorum. Biraz daha bakayım bu tatlı kıza.



Mi-cha gülümseyip çiçeği uzattı ve önünde hafifçe eğildi.



-Hoşgeldiniz efendim.



-Teşekkür ederim. E hadi artık uçakta hiçbirşey yemedim sizle yerim diye. Beni nereye götüreceksiniz?



Sang-ho sırıtıp ikisinin koluna girdi.



-Sizi harika bir yere götüreceğim. Hadi gidelim.



*~~~~~*~~~~~*



Choi Sung Wook masada elindeki kalemle oynamaya başladı. Kapısı tıklatılınca kendisine gelip seslendi.



-Girebilirsiniz.



Gelen adam kapıyı kapatıp yavaşça önünde eğildi.



-Beni çağırmışsınız.



-Geldin mi Kang Minhyuk. Şöyle otur.



Minhyuk yıllardır Choi Sung Wook'un sağ koluydu. Her sırrını biliyordu. Şirkete çalışıyormuş gibi görünse de onun çalıştığı tek kişi Choi Sung Wook'du. Yavaşça Sung Wook'un önündeki koltuğa oturdu. Sung Wook koltuğuna yayılıp sakince konuşmaya başladı.



- Seni ne için çağırdığımı biliyorsundur.



-Biliyorum efendim.



-Sang-ho'nun kaydını Yoo Ji Hyo'nun okuluna aldırdınız değil mi?



Minhyuk suçlu gibi başını öne eğdi.



-Maalesef efendim



Choi Sung Wook yavaşça koltuğundan doğruup kaşlarını çatarak ona baktı.



-Ne demek oluyor şimdi bu?



-Choi Sang-ho erkenden kendi okuluna kayıt yaptırmış.



Sung Wook yumruğunu masaya vurup bağırmaya başladı.



-Lanet olsun! Hep o aptal kız yüzünden.



-Song Mi-cha mı?



-Adının ne halt olduğu beni ilgilendirmez. Her neyse.. Diğer plana geçmeliyiz.



Kang Minhyuk merakla ona baktı.



-Diğer plan?



-Choi Sang-ho'yu tehdir edeceğim. Banka hesabını, arabasını ve evini elinden almak en büyük işkence onun için.



-Sizce işe yarar mı?



Sung wook sırıttı.



-Birkaç ay içinde evini elinden almakla tehdit edince köpekler gibi yalvardı.



-Pekala... Siz öyle diyorsanız öyledir efendim.



Sung Wook koltuğa yayılıp tavana boş boş baktı.



-Ona söz verdim Minhyuk.. Bu evlilik olmalı. Olacak!



-Bay Sang-ho bu evliliğin nedenini öğrenmek istediğinde ne diyeceğiz?



-Konservatuvar bölümüne geçmesini onlar yakınlaşır diye istemiştim ama benim aptal oğlum bizden önce davranıp kaydını yaptırmış. Öncelikle Yoo Ji Hyo'yu onun sınıfına geçirmeye çalışın. Ne kadar para isterlerse hepsini verin. Sang-ho nedenini sorarsa.... Şirketin karışık olduğu, şirketler arası ilişkinin gelişmesi için olduğu bahanesini uydururuz.



Minhyuk acı bir tebessüm attı.



-Sizce de fazla klasik değil mi?



Choi Sung Wook sinirle ona baktı.



-Bu sırrı söylememi mi bekliyorsun! Klasik ya da değil. Bir bahaneyle bu evlilik olacak! Anladınız mı Bay Kang?



Kng Minhyuk ayağa kalkıp önünde yavaşça eğildi.



-Anladım efendim. Şimdi Bay Choi Sang-ho'yu çağırıyorum o zaman..



*~~~~~*~~~~~*



Sang-ho annesiyle yemek yiyordu.



-Bu eve 1 yıldır güzel yemek girmemişti. Teşekkürler anne.



-Ah, Sang-ho. Hep hazır besleniyorsun değil mi? Buna çözüm bulmalı..



Sang-ho düşünür gibi gözlerüni yukarı kaldırıp sırıttı.



-Umm.. Benim aptal güzel yemek yapıyor mudur acaba?



Bayan Eun Chae gülümsedi.



Bu arada Sang-ho'nun telefonu çaldı. Kolasından bir yudum aldıktan sonra açtı.



-Alo?



-Merhaba efendim. Ben Kang Minhyuk.



Sang-ho gözlerini devirip isteksizce cevapladı.



-Yine ne var?



-Bay Choi sizi çağırıyor.



-Neden o?



-Gelmelisiniz efendim. Sadece bunu söylememi istedi. İyi akşamlar.



Telefon yüzüne kapandı. Choi Sang-ho peçeteyle ağzını sildi. Masadan kalkacakken annesi merakla ona baktı.



-Kimdi o?



-Babam beni çağırıyor. Sen dinlen. Birazdan gelirim.



-Peki canım.. Bu arada Sang-ho..



Sang-ho ona meraklı gözlerle baktı. Eun chae ses tonunu daha da kıstı.



-Babana geldiğimden bahsetme. Yakında giderim zaten.



-Tamam, söylemem.



Choi Sang-ho sinirle Choi Sung Wook'un odasına girdi. Sung Wook alay edercesine baktı.



-Bir an baskın var sandım. Ne yapmalıyım? Elimi havaya kaldırmamı ister misin?



-Kes şunu ve neden çağırdığını söyle!



Sung Wook koltuğundan kalkıp cam kenarına yürüdü.



-Yoo Ji Hyo senin okuluna geçmiş diye duydum.



-Bana ne?



-Küçükken onu sevdiğini sanıyordm.



Sang-ho alaycı bir gülüş attı.



-Saçmalamakta üstüne yok.



Sung Wook sırıtarak ona döndü ve konuşmasına devam etti.



-Onu sevmiyor muydun yani? Haklısın, küçükken fiziği ve yüzü bu kadar düzgün değildi. Choi Sang-ho'ya yakışmazdı. Gerçi, Sang-ho çocuk gibi olan beyinsizlerden hoşlanıyor. Unutmuşum..



-Lafı nereye çekmeye çalıştığını biliyorum. Song Mi-cha ile olan ilişkim seni ilgilendirmez.



Sung Wook öfkelenmişti. Koltuğuna oturup ellerini masada birleştirdi ve öfkeyle ona baktı.



-Yoo Ji Hyo ile evlenmek zorundasın.



Sang-ho bunu hiç beklemiyordu. Gözleri büyüdü.



-N..ne dedin?



-Bir daha söylemekten nefret ettiğimi biliyorsun!



-Sen de benim hayatıma karışılmasından nefret ettiğimi biliyorsun.



Choi Sung Wook ayağa kalkıp bağırmaya başladı.



-İstersem herkesin hayatı benim elimde olur. Sen kimsin? Bensiz sen kimsin söyle! Ben olmasam yüzüne bakan olur mu? Saygın olur mu? O aptal kızı seviyorum diyorsun. Onu istemediğimi bile bile üstelik. Söyle bana, o kızla mutlu bir geleceğinin olacağına mı inanıyorsun? Oğlum olduğuna bakmam, hayatını mahvederim.



Sang-ho yumruk yapıp dişlerini sıktı.



-Oğlun olduğum için bugüne kadar ne yaptın ki senden birşey beklediğimi sanıyorsun. Beni yönlendirmekten vazgeç!



Choi Sung Wook hızla Sang-ho'nun suratına vurdu.



-Bana bak! Şirket için tek çıkar yol bu. Yoo Ji Hyo ile evleneceksin ve buna kimse engel olamayacak anladın mı beni! Tekrar söylüyorum Sang-ho, herşeyin benim elimde, herşeyin.. Hayatın bile!



Sang-ho yanağını tuttuğu elini bırakıp acı bşr tebessüm etti.



-Beni pzranla korkutamayacağın kadar büyüdüm. Bu aptal tehditlerin beni korkutmuyor artık.



Hızla şirketten çıktı.

Choi Sung Wook masaya yumruğunu vurup telefonunu eline aldı.



-Buyrun efendim.



-Kang Minhyuk, o kızı istiyorum! Kaçırır mısın, işkence mi edersin ne yaparsan yap ama mutlaka getir!



-Peki efendim.



Nolur beğendiğinizi söyleyin. Sıkıcı olmuş olabilir =(

Playboy (17. Bölüm)

[17.Bölüm]



Mi-cha hala öpücüğün etkisindeydi. İri gözlerle boşluğa bakıyordu. Sang-ho sırıtıp omuzlarından tuttu ve lavabonun önüne kadar iterek götürdü.



-Git elini yüzünü yıka sonra bana yemek yedir Çilek kız.



Mi-cha hafifçe başıyla onaylayıp lavaboya girdi. Kapıyı kapatıp aynada kendisine baktı. Parmaklarını dudaklarına götürüp gülümsedi. Birkaç dakika sonra lavabodan çıktı. Sang-ho tek kolunu ensesine koymuş diğer eliyle televizyonun kumandasıyla yatıyordu. Mi-cha'ya döndü.



-Ağaç oldum. Lavaboya gir dedim. Taşın dememiştim.



Mi-cha dudağını büzdü. Sonra gülümseyerek yaklaştı.



-Acıktın mı?



-Hem de nasıl. Muhteşem fiziğim bozulacak diye korkuyorum.



-Senin fiziğin mi muhteşem hah!



-Ne o beğenemedin mi. Şu karın kimde var be?



Mi-cha gözlerini sıkıca kapattı.



-Tamam tamam. Kapat göbeğini.



Sang-ho sırıttı.



-Açmamıştım ki



Mi-cha gözlrini açıp Sang-ho'nun koluna vurdu. Sang-ho kahkaha atıyordu. Susmaya çalışıp Mi-cha'ya baktı.



-Yemek getirmezsen seni yerim.



Mi-cha korkuyla gözlerini açıp hızla dışarı çıktı. Sang-ho hala kahkaha atıyordu.



-Tanrım, bu kız çok saf.



Mi-cha getirdiği yemeklerin yerini sormak için John'u aramaya başladı. Koridorun ucunda onu gördü. Elleri cebinde, duvara yaslanmış, bir kızla konuşuyordu.



Yavaşça yanına yaklaştı. John Mi-cha'yı görünce gözleri parladı. Hemen elini Mi-cha'nın omzuna atıp gülümsedi.



-Mi-cha beni görmeye mi geldin tatlım. Hadi gidelim.



Yanındaki kız hızla onlara döndü. Heyecanlı bir şekilde konuştu.



-Oppa, Sang-ho'nun durumunu anlatıyordun, gidemezsin.



John gözlerini devirip ona alay ederek konuştu.



-Ya Sang-ho'ya da oppa de ya da ikimize de ismimizle hitap et. Oppa deme yanlış anlaşılıyor. Ayrıca Sang-ho'nun durumunu git ondan öğren.



Mi-cha onlara garip garip bakıyordu. John Mi-cha'yı kendisine çekip gülümsedi.



-Gidelim Mi-cha.



Kız onların arkazından kıskanarak baktı. Dudağını büzüp hastane sandalyelerinin üstüne attı kendisini. Elini çenesine götürüp mırıldandı.



-Off oppa. Neden böylesin?



John kızın göremeyeceği bir yere gittikleri zaman Mi-cha'nın belinden elini çekti. Mi-cha şaşkın gözlerle ona baktı.



-John, kimdi o kız.



-Öncelikle böyle davrandığım için özür dilerim ama bunu yapmalıydım.



-Sorun değil, anladım ama kim o kız?



John gözlerini devirip kendisini sandalyeye attı ve konuşmasına ilgisizce devam etti.



- Adı Yoo Ji Hyo. Babası Thailand'da ünlü bir iş adamı. Yoo Ji Hyo ise Kore'de konservatuvar bölümünde son sınıf okuyor. Anlayacağın bizden büyük.



Mi-cha John'un yanına oturup merakla sordu.



-O zaman neden oppa diyor?



-Bir de ben anlasam....



-Bizim üniversitede mi?



-Hayır, özel üniversitede okuyor ama bizimki değil. Dua etmek lazım buna.



John sırıtıyordu. Mi-cha onun bu tavırlarına anlam veremedi.



-Neden varlığından bu kadar rahatsızsın? Çok iyi bir kıza benziyor.



-Gerçekten iyi bir kız fakat Japon yapıştırıcısı gibi bir görürse bırakmıyor. Konuşmaya çalışıyor.



Mi-cha John'a bakıp güldü.



-O zaman bu kız seni seviyor.



John'un yüzündeki gülümseme bir anda söndü. Kafasını başka yere çevirdi. Sesi daha kısık çıkıyordu bu kez.



-Başkasının sevgisi umrumda değil.



Mi-cha gülümseyerek konuşmasına devam etti.



-Fiziği ve yüzü çok güzel ama. Çok tatlı duruyor. Mini etek çok yakışmıştı.



John kahkaha atıp Mi-cha'ya döndü.



-Ben bir erkek olarak farketmezken senin nasıl dikkatini çekti?



Mi-cha da güldü.



-Bilmem.. Ah, bu arada annemin Sang-ho için hazırladığı yemekleri nereye koydun?



John cebinden bir anahtar çıkarıp Mi-cha'ya uzattı.



-Arabamın arka koltuğundan alırsın.



-Tamam teşekkür ederim.



*~~~~~~*~~~~~~*



Sang-ho hastaneden çıkalı iki hafta oluyordu. Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra gülümseyip telefonunu eline aldı. Birkaç çalıştan sonra cevap geldi.



-Alo?



Sang-ho gözlerini devirip portakal suyundan bir yudum alıp cevap verdi.



- Bu uykulu sesten yeni uyandığını anlamak zor değil Çilek Kız!



-Sana ne? Uyutmuyorsun ki.



Sang-ho yatak odasına geçip telefonun hoperlörünü açıp bir yandan giyinip bir yandan cevap veriyordu.



-Çok konuşma da hazırlan. Gidiyoruz.



-Nereye ya?



-Tamamen iyileştiğimi hissediyorum. Bunu kutlayalım. Gelmezsen ölürsün. Yarım saate kapında olurum.



-Peki.



-Bu arada mini etek giyme. Daha doğrusu etek giyme.



-Zaten giymiyorum ama neden?



-Çok eğleneceğimiz yerlere götüreceğim. Eteğinin açılmasıyla uğraşamam.



Mi-cha güldü.



-Tamam tamam.



*~~~~~*~~~~~*



Mi-cha Sang-ho'nun arabasına bindi ve ona döndü.



-Nereye gidiyoruz?



-Önce karaoke bar..



Sang-ho hızla arbayı hareket ettirdi.



~~~~~~~~~



Sang-ho Mi-cha'yı kucağına alıp utangaç bir tavırla karaoke bardan dışarı attı kendisini. Mi-cha yanaklarını şişirip üfledi ve mırıldandı.



-Rezil olduk.



Sang-ho bağırmaya başladı.



-Senin yüzünden! Kendini şarkı söylemeye öyle kaptırmışsın ki yerdeki ıslaklığı farketmedin.



Mi-cha utanarak ona baktı



-Nerden bilirdim pantolonumun yırtılacağını.



-Neyse ki üstümde ceket vardı beline saracak. Eğer yanıma ceket olmasaydım mecbur t-short ümü çıkarıp çıplak kalacaktım.



Mi-cha çocuksu tavrıyla başını eğdi.



-Özür dilerim.



Sang-ho onun bu ifadelerine hiç dayanamıyordu. Gülümseyerek yürümeye devam etti.



-Sang-ho eve gidelim. Kucağındayım deminden beri. Kolun kopacak.



-Hayır. Bugün eğlence günümüz. Hiçbirşey bozamaz. Şurda güzel bir mağaza biliyorum. Ordan yeni kıyafet alırıZ.



Mi-cha utanarak dudağını ısırdı ve Sang-ho'ya baktı.



-Herkes bize bakıyor.



Sang-ho ona gülümseyip konuşmaya ve yürümeye devam etti.



-Başkası umrumda mı sanıyorsun aptal?



*~~~~~*~~~~~*



Sang-ho Mi-cha'ya uzun uzun bakıp gülümsedi.



-Şimdi daha güzel oldun. Hadi gidelim.



-Şimdi nereye?



-Çocukluğumda sadece bir kez gittiğim yere. Lunaparka..



Mi-cha gülümsedi. Sang-ho'nun aklına John ile Mi-cha'yı takip edip lunaparka gittiği aklına geldi. Hiçbirşey söylemedi.



*~~~~~*~~~~~*



Sang-ho şeker yiyen Mi-cha'ya döndü.



-Eğlendin mi Çilek Kız?



Mi-cha gülümseyerek kafasını evet anlamında salladı. Birden gözü ok atışı yapılan yere takıldı. Sang-ho onun baktığı yere baktıktan sonra tekrar Mi-cha'ya döndü.



-Atış yapmak ister misin?



Mi-cha çocuksu ifadeyle kaşlarını çattı.



-Hayır. O adam herkesi kandırıyor. O sayıların çoğu boş. Diğerleri de küçük oyuncaklar. Her nedense o büyük pembe tavşanın bulunduğu sayıya kimse atış yapamıyor.



Sang-ho Mi-cha'nın bu söylediklerine kahkaha attı. Sonra onun omuzlarından tutup iteledi.



-Sen şu hızlı tren için bilet al ben geliyorum.



-Tamam.



Birkaç dakika sonra Sang-ho Mi-cha'nın yanına geldi. Mi-cha biletleri ona gösterip gülümsedi.



-Aldım bak.



-Aferin ama canım istemiyor. Hadi şu ok atışı yapılan yere gidelim. Eminim bu kez kazanacaksın.



-Hayır kandırılacağız yine.



-Hayır bence kazanırız.



Sang-ho Mi-cha'yı çeke çeke götürdü. Mi-cha eline oku isteksizce alıp birkaç atış yaptı.



Adam sayıların olduğu tabloya bakıp konuştu.



-Boş, boş, boş, boş,



Son sayıya geldiğinde Sang-ho adama gözüyle işaret yaptı. Adam kekeleyerek konuşmasına devam etti.



-A..aa..a çok şanslısınız küçük hanım. B..bu büyük p..pembe tavşan sizin.



Mi-cha sevinçten zıplıyordu. Pembe tavşanı kucağına alıp sarıldı. Sang-ho gizlice adama bakıp önünde yavaşça eğildi.



Sang-ho ve Mi-cha arabaya bindiler. Mi-cha kucağındaki tavşanla oynuyordu. Sonra Sang-ho'ya döndü.



-Hey Sang-ho bak ne şanslıyım.



Sang-ho gülümseyip arabayı sürerek konuştu.



-Şanslı olduğun benim gibi bir erkeğe sahip olmandan belli oluyor.



Mi-cha dudağını büzüp ona baktı. Sonra o da gülümseyip tavşanına döndü.



Sang-ho Mi-cha'yı evinin önüne getirdi. Birlikte arabadan inip bahçeye geldiler. Mi-cha kucağındaki pembe tavşanı Sang-ho'ya çevirdi.



-Pembe tavşanla ben sana iyi akşamlar diyoruz. Ah, bir de teşekkür ediyoruz.



Sang-ho tebessüm edip havaya baktı.



-Yıldızlar çok güzel yine.



Başını indirip Mi-cha'ya baktı ve konuşmasına devam etti.



-Senin odandaki yıldızlardan daha parlak değil.



-Evet. Tavana astığın yıldızlar gece karanlıkta çok güzel parlıyor.



-Ben yıldız derken odandaki resimlerimden bahsettim.



Mi-cha Sang-ho'nun koluna vurup güldü. Sang-ho eğilip Mi-cha'nın yanağına öpücük kondurduktan sonra el sallayıp arabasına bindi.



Eve geldiğinde kendisini hemen koltuğa attı. Myeong-dae de evde gitar çalıyordu. Sang-ho'yu görünce gülümseyip gitar çalmayı durdurdu.



-Bu gece burda kalabilir miyim?



-İzin almak için geciktin. Zaten evimdesin. Kal bari.



-Pislik. Kal bari diyor. Kal tabi der insan.



Sang-ho güldü. Telefonu çalmaya başladı. Birden yüzündeki gülümseme söndü. Myeong farkedince merakla sordu.



-Kim arıyor?



-Sung wook...



Telefonu açıp isteksizce kulağına götürdü.



-Alo?



-Sang-ho, hemen şirkete gel.



-Sebep ne?



-İki kere söylemeyi sevmem. Gel diyorum.



Telefonu Sang-ho'nun yüzüne kapattı. Sang-ho sinirle ceketini alıp kapıya yöneldi. Myeong arkasından bağırdı.



-Nereye?



-Beyefendi yanına çağırdı. Kesin benden birşey isteyecek. Yoksa oğlu olduğum için neden arasın ki !



*~~~~~*~~~~~*



Sang-ho şirkete girdi. Asansörde eskiden flört ettiği sekreterle karşılaştı. Kız Sang-ho'ya yaklaşmaya çalışıyordu. Asansör durunca Sang-ho eliyle kızı itip indi.



Babasının odasına yavaşça girdi. Choi Sung Wook o girince koltuğa iyice yaslanıp kendine güvenen bir tavırla konuştu.



-Sana iki teklifim var.



Sang-ho acı bir tebessüm attı.



-Konuşmalara "merhaba, nasılsın" gibi nezaket sözleriyle başlayacağını sandığım için aptal hissediyorum kendimi. Karşımdaki kişi Choi Sung Wook...



Choi Sung Wook hiç istifini bozmadan devam etti.



-Sana iki teklifim var. Ya yanımda çalışmayı kabul eder, şirketimde önemli bir yere gelirsin ya da konservatuvar bölümüne geçersin.



Sang-ho kollarını birbirine bağladı.



-Neydi bu şimdi? Geleceğimle ilgili kararları da mı sen vereceksin artık?



Choi Sung Wook bir bardak içki koyup sakince cevapladı.



-Mimarlık bölümüne senin kadar yabancı biri olamaz. Bunu kabul et.



Sang-ho ilk kez babasının görüşüne katılıyordu. Sessizce Sung Wook'un konuşmasını dinlemeye devam etti.



-Sen mimarlıkta kendini asla geliştiremezsin.



-Ama çalışıyorum!



-Lafımı kesme. O aptal kız için o bölümde kalmak istemen saçma. Konservatuvara geçtiğinde de rahatça görüşebilirsiniz. Sang-ho, yapamayacağın bölüm için onca parayı dökmeye niyetim yok. Geçen yıl seni şarkıcı yapma teklifini sunan Mr. Baek yine gelip teklifinin geçerli olduğunu söyledi. Aptallık yapmana izin vermeyeceğim. Kabul ettim.



Sang-ho gözlerini büyüttü.



-Ne dedin? Kabul ettim de ne demek? Benim hayatıma karışma hakkını sana kim veriyor!



-Ben senin babanım. En önemlisi senin tek dayanağınım. Benim zenginliğim sayesinde saygı gördüğünü unutma. Adın her pisliğe bulaştıktan sonra düzgün bir mimar olacağına mı inanıyorsun beyinsiz herif!



Sang-ho başını öne eğdi. Haklıydı... Babasının zenginliği sayesinde rahat bir yaşam sürüyordu. Mimarlık istemediği de doğruydu. Başını kaldırıp Sung Wook'a baktı.



-Pekala.. Senin yanında kölen olmaktansa konservatuarı tercih ediyorum.



Choi Sung Wook alaycı bir şekilde gülümseyip ona baktı. Sang-ho kapıdan çıkacakken arkasından bağırdı.



-O salak kızı da bıraksan iyi olur.



Sang-ho onun yüzüne bile bakmadan konuştu.



-İşte o seni hiç ama hiç ilgilendirmez Sung Wook.



-Sen bilirsin..



Sang-ho öfkeyle babasının odasından çıktı.



NOT: Finalin erken gelmesini yanlış anlamayın. Hem kesin değil hem de erken gelse bile küt diye konu değiştirecek değilim. Örneğin 5 olay olacaksa 2'sini anlatıp bitiririm. Anlatabildim sanırım? ^^ teşekkürler yorumlarınız için.