28 Mayıs 2011 Cumartesi

Playboy (22. Bölüm)

[22.Bölüm]



Hoşunuza gidiyor mu bilmiyorum ama yine şarkı önereceğim ^^" : Jang Geun Suk - GoodBye, Park Hyo Shin - Snow Flowers, SS501 - Again, 9th Street (or Park Shin Hye) - Without Words



~~~~~~~~~~~~~~~~~~~



Kim Tae Hoon'un gözleri büyümüştü. Mr. Jason anlamamış gibi tekrar sordu.



- Yani... Kızım Yoo Ji Hyo ile evlenmek istediğinizi mi söylüyorsunuz?



John kararlı bir şekilde cevap verdi.



- Evet.



- Fakat, biliyorsun ki o Choi Sang-ho ile evlenecek.



- Sang-ho'nun zaten sevdiği biri var. Üstelik Yoo Ji Hyo da onu sevmiyor.



Mr. Jason başıyla onaylayıp yere baktı. Kim Tae Hoon hala şaşkındı. Birden kendine gelip ayağa kalktı ve "Biraz konuşalım" deyip John'u kolundan tutarak dışarı çıkardı.

John boşluğa bakıyordu. Kim Tae Hoon onun bu tavırlarına hiçbir anlam verememişti.



- John, neden böyle birşey istiyorsun? Song Mi-cha'yı sevdiğini sanıyordum. Yoksa Sang-ho için mi?



John hiçbirşey diyemiyor sadece boşluğa bakıyordu. Kim Tae Hoon derin bir nefes alıp John'un omuzlarından tutarak yalvarır gibi konuştu.



- Ben senin üzüntünü değil mutluluğunu görmek isterim John. Bunu yapmak zorunda değilsin.



John hızla başını kaldırıp babasına baktı.



- Rahat bırak beni baba. Mi-cha'yı sevmiyorum. Yoo Ji Hyo ile evlenmek istiyorum.



Tae Hoon ellerini onun omzundan çekip başını 'tamam' anlamında yavaşça salladı. John hiçbirşey demeden hızla uzaklaştı. Garaja inip kendisini arabasına attı. Direksiyonun yanlarından tutup başını hafifçe yasladı. "Mi-cha'yı sevmiyorum" demişti... Bundan sonra Mi-cha'yı sevdiğini bile söyleyemeyecekti. Kalbinden atmak için çok erken olduğunu düşünse de gözyaşlarına engel olamıyordu. Mi-cha gözyaşlarını onun göğsünde ıslatamayacaktı.. Ona sarılan kişi Song Mi-cha olmayacaktı. Ona bir kez bile hislerini bütünüyle itiraf edememişti. Bundan sonra da asla edemeyecekti.



John'un gözyaşları direksiyonu bütünüyle ıslatıyordu.



*~~~~~~*~~~~~~*



Sang-ho hala lavaboda mermere sıkıca tutunarak ayakta kalmaya çalışıyordu. Başını hafifçe kaldırıp aynaya baktı. Gözyaşları buğulu bakmasına sebep oluyordu. Gerçek annesi babası tarafından öldürülmüştü.. Yıllarca anne sandığı kişi teyzesiydi.

Şimdi ne yapacaktı? "Anne" kelimesinin sıcaklığına alışmışken artık "teyze" mi demeliydi.?



Gözyaşlarını silip yüzünü yıkadıktan sonra ağır adımlarla lavabodan çıktı. Kendisini çok yorgun ve güçsüz hissediyordu, her an bayılacakmış gibi... Asansöre doğru yavaşça ilerlerken arkasından Choi Sung Wook'un sesini duydu.



- Sang-ho konuşmamız lazım.



Sang-ho'nun yüzüne bile bakmaya iğrendiği kişi konuşma teklif ediyordu. Gözleri dolu bir şekilde yavaşça arkasını dönüp ona baktı. Susuyordu. Choi Sung Wook bu bakışlardan gözlerini çekip yere baktı ve mahcup bir sesle konuşmasına devam etti.



- Yoo Ji Hyo ile evlenmeyeceksin..



Sang-ho hiçbirşey söyleyemiyor dolu gözlerle iğrendiği bu adama bakıyordu. Tekrar önüne dönüp asansörün gelmesini bekledi. Asansör durdu ve kapısı açıldı. Tam bineceği sırada Sung Wook bakışlarını yerden çekip Sang-ho'nun arkasından seslendi.



- Ben.. Song Mi-cha ile sana mutluluk dilerim oğlum.



Sang-ho arkasını dönmeden güçsüzce cevapladı.



- Bana oğlum deme.



Sung Wook hiçbirşey söylemeden Sang-ho'nun asansöre binip gidişini izledi.



*~~~~~~*~~~~~~*



Myeong-dae yanındakilerle şakalaşarak bardan içeri girdi. Gözleri John'u farkettiği anda yüzündeki gülümsemeden iz kalmadı. Yanındakilerden ayrılıp John'un yanına bir tabure çekti ve içki söyledi.



John, Myeong'un sedini duyunca başını masadan halsizce kaldırıp uykulu gözlerle ona baktı. Myeong omuzlarından tutup ona destek oldu.



- Neyin var? Çok mu içtin?



John başını yavaşça iki yana çevirip kısık sesle cevapladı.



- Hiç iiçmedim.



- O zaman neden sarhoş gibisin John? Bu halin beni endişelendiriyor.



John gözlerini sıkıca kapatıp açarak kendisine gelmeye çalıştı. Biraz iyi hissedince kendisine merakla bakan Myeong'a yalandan tebessüm etti.



- Evleniyorum, ne güzel haber değil mi?



Myeong beklemediği bu cevap karşısında gözlerini irileştirdi.



- N..nasıl yani?



John gülerek sarhoş gibi bitkince cevapladı.



- Evleniyorum diyorum. Ne demek "nasıl yani". Hani erkek damatlık giyer, kadın gelinlik.. Sonra büyük bir tören düzenlenir. Balayına çıkılır. Genellikle birkaç sene sonra kucakta bir bebek olur. Tarif edebildim umarım.



- Ama kimle?



John'un yüzündeki gülümseme küçüldü. Önündeki kola bardağına baktı.



- Yoo Ji Hyo ile...



Myeong'un aklı karışmıştı.



- Yoo Ji Hyo? Hastanedeki kızdan mı bahsediyorsun. Burda konservatuvarda okuyan kız.?



- Evet o.



Myeong birden sırıttı ve John'un koluna yumruk çaktı.



- Vaaaay. Sendeki şans kimde var be. O kızın yüzü ve fiziği çok güzel. Zaten her karşılaştığınızda sana yapışıyordu.



John utangaç bir tavırla gülümsedi. Myeong da kahkaha atıp devam etti.



- Sen de sonunda onu sevdin demek. Aşka bak be.



John'un yüzündeki gülümseme bir anda düştü. Bardağa boş boş bakarak cevapladı.



- Ben hala Mi-cha'yı seviyorum.



Myeong da gülmesini bir anda durdurdu. Mahcup bir şekilde başını öne eğdi. John onu böyle görünce tekrar gülümsemeye çalışarak konuştu.



- Sence Yoo Ji Hyo beni seviyor mudur? Akşam yemeğini kabul eder mi dersin.?



Myeong arkadaşının mutlu görünme çabalarını gördükçe daha çok üzülüyordu fakat elinden birşey gelmiyordu. Hafifçe gülümseyerek cevapladı.



- Bence kabul eder. Senin gibi çocuğu kim kaçırır?



*~~~~~~*~~~~~~*



Sang-ho kilidi çevirip kapıyı açtı ve yavaşça içeri girdi. Eun-chae üstünde mutfak önlüğüyle gülümseyerek kapıya koştu.



- Geldin mi Sang-ho? Bugün sana çok güzel yemekler hazırladım. Üstünü değiştir, ellerini yıka ve sofraya otur.



Sang-ho boş gözlerle Eun-chae'ye bakıyordu. Yavaşça ona yaklaştı.



- Sen... Dünyanın.. En iyi annesisin.



Eun-chae'ye daha da yaklaşıp sarıldı. Ona teyze demek istemiyordu. Yıllarca annesi olarak bilmişti ve hep öyle kalmasını istiyordu. Eun-chae gülümseyip onu sıkıca sardı.



- Sen de dünyanın en iyi en yakışıklı oğlusun. Hadi ama üstünü değiştirmeye gidiyor musun yoksa ben seni her zamanki yöntemimle göndereyim.



Sang-ho kendisini hızla çekip elini arkasına tuttu.



- Hayır oraya vuramazsın.



- Gel buraya koca bebek.



Eun-chae gülerek Sang-ho'yu kovalamaya başladı. Sang-ho da kahkahayla odasına kaçtı.



Sang-ho odasına gelip kapıya yaslandı. Ne olursa olsun o annesinden farksızdı. Bu sırrı bildiğini hiçbir zaman söylemeyip anne-oğul ilişkilerini bozmamak için kendisine söz verdi. Gülümseyip dolabına yöneldi.



*~~~~~~*~~~~~~*



Eun-chae sabahlığıyla koltuğa yaslanıp bir eline meyvesuyunu diğer eline gazetesini aldı. Bu arada Sang-ho uykulu uykulu saçını karıştırıp Eun-chae'nin yanağına öpücük kondurduktan sonra kendisini koltuğa attı.



- Günaydın anne.



Eun-chae gazetesini yerine bırakıp kolundaki saati Sang-ho'ya tuttu.



- Neredeyse öğle olacak uykucu çocuk. Hadi elini yüzünü yıka, pijamalarını çıkar, giyin ve masaya gel.



- Emredersiniz komutanım.



Sang-ho gözlerini ovalayıp paytak paytak banyoya yöneldi. Eun-chae omleti masaya koyarken Sang-ho'nun telefonundan mesaj sesini duydu. Hafifçe eğilip kimden olduğuna baktı. "Çilek Kız" yazısını görünce büyük sevinçle mesajı açtı. Okur okumaz telefon elinden düşmüştü.



Sang-ho esneyerek masaya oturacakken Eun-chae ani bir hareketle Sang-ho'nun ağzına birşeyler tıkmaya başladı. Sang-ho ise gözlerini kocaman açıp ağzındakileri hızla yutarak bağırdı.



- Anne boğacak mısın beni.?



Eun-chae hızla Sang-ho'nun ceketini giydirmeye çalışıyordu.



- Anne ne oluyor!



- Çabuk Mi-cha'ya koş Sang-ho. Taşınıyormuş!



Sang-ho hızla arabasının anahtarını ve yerdeki telefonunu alıp evden çıktı. Süratle Mi-cha'nın evinin önüne geldi. Ev tamamen boşalmıştı. Hızla kapıdan içeri girip Mi-cha'nın odasına çıktı. Mi-cha odasının ortasında durmuş, tavandaki yıldızlara bakıyordu. Duvardaki resimleri artık yoktu. Mi-cha geldiğini farkedince yavaşça başını Sang-ho'ya çevirdi. Sang-ho nefes nefese kalmıştı. Mi-cha'ya yaklaşıp kolundan tuttu.



- Bu ne demek oluyor!



Mi-cha oldukça sakin cevap verdi.



- Taşınıyorum..



- Hayır! İzin vermiyorum.



Mi-cha hızla kolunu Sang-ho'dan çekti.



- Ben de senden izin almıyorum zaten.



Mi-cha kapıdan çıkacakken Sang-ho arkasından bağırdı.



- Bu yıldızları ve beni bu kadar ruhsuzca bırakabilecek misin?



Mi-cha onun yüzüne bile bakmadan cevap verdi.



- Ben bırakalı çok oldu Choi Sang-ho..



Umarım beğenirsiniz. Şaşıracak bazılarınız belki ama diğer bölüm final.. =(

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder