28 Mayıs 2011 Cumartesi

Playboy (17. Bölüm)

[17.Bölüm]



Mi-cha hala öpücüğün etkisindeydi. İri gözlerle boşluğa bakıyordu. Sang-ho sırıtıp omuzlarından tuttu ve lavabonun önüne kadar iterek götürdü.



-Git elini yüzünü yıka sonra bana yemek yedir Çilek kız.



Mi-cha hafifçe başıyla onaylayıp lavaboya girdi. Kapıyı kapatıp aynada kendisine baktı. Parmaklarını dudaklarına götürüp gülümsedi. Birkaç dakika sonra lavabodan çıktı. Sang-ho tek kolunu ensesine koymuş diğer eliyle televizyonun kumandasıyla yatıyordu. Mi-cha'ya döndü.



-Ağaç oldum. Lavaboya gir dedim. Taşın dememiştim.



Mi-cha dudağını büzdü. Sonra gülümseyerek yaklaştı.



-Acıktın mı?



-Hem de nasıl. Muhteşem fiziğim bozulacak diye korkuyorum.



-Senin fiziğin mi muhteşem hah!



-Ne o beğenemedin mi. Şu karın kimde var be?



Mi-cha gözlerini sıkıca kapattı.



-Tamam tamam. Kapat göbeğini.



Sang-ho sırıttı.



-Açmamıştım ki



Mi-cha gözlrini açıp Sang-ho'nun koluna vurdu. Sang-ho kahkaha atıyordu. Susmaya çalışıp Mi-cha'ya baktı.



-Yemek getirmezsen seni yerim.



Mi-cha korkuyla gözlerini açıp hızla dışarı çıktı. Sang-ho hala kahkaha atıyordu.



-Tanrım, bu kız çok saf.



Mi-cha getirdiği yemeklerin yerini sormak için John'u aramaya başladı. Koridorun ucunda onu gördü. Elleri cebinde, duvara yaslanmış, bir kızla konuşuyordu.



Yavaşça yanına yaklaştı. John Mi-cha'yı görünce gözleri parladı. Hemen elini Mi-cha'nın omzuna atıp gülümsedi.



-Mi-cha beni görmeye mi geldin tatlım. Hadi gidelim.



Yanındaki kız hızla onlara döndü. Heyecanlı bir şekilde konuştu.



-Oppa, Sang-ho'nun durumunu anlatıyordun, gidemezsin.



John gözlerini devirip ona alay ederek konuştu.



-Ya Sang-ho'ya da oppa de ya da ikimize de ismimizle hitap et. Oppa deme yanlış anlaşılıyor. Ayrıca Sang-ho'nun durumunu git ondan öğren.



Mi-cha onlara garip garip bakıyordu. John Mi-cha'yı kendisine çekip gülümsedi.



-Gidelim Mi-cha.



Kız onların arkazından kıskanarak baktı. Dudağını büzüp hastane sandalyelerinin üstüne attı kendisini. Elini çenesine götürüp mırıldandı.



-Off oppa. Neden böylesin?



John kızın göremeyeceği bir yere gittikleri zaman Mi-cha'nın belinden elini çekti. Mi-cha şaşkın gözlerle ona baktı.



-John, kimdi o kız.



-Öncelikle böyle davrandığım için özür dilerim ama bunu yapmalıydım.



-Sorun değil, anladım ama kim o kız?



John gözlerini devirip kendisini sandalyeye attı ve konuşmasına ilgisizce devam etti.



- Adı Yoo Ji Hyo. Babası Thailand'da ünlü bir iş adamı. Yoo Ji Hyo ise Kore'de konservatuvar bölümünde son sınıf okuyor. Anlayacağın bizden büyük.



Mi-cha John'un yanına oturup merakla sordu.



-O zaman neden oppa diyor?



-Bir de ben anlasam....



-Bizim üniversitede mi?



-Hayır, özel üniversitede okuyor ama bizimki değil. Dua etmek lazım buna.



John sırıtıyordu. Mi-cha onun bu tavırlarına anlam veremedi.



-Neden varlığından bu kadar rahatsızsın? Çok iyi bir kıza benziyor.



-Gerçekten iyi bir kız fakat Japon yapıştırıcısı gibi bir görürse bırakmıyor. Konuşmaya çalışıyor.



Mi-cha John'a bakıp güldü.



-O zaman bu kız seni seviyor.



John'un yüzündeki gülümseme bir anda söndü. Kafasını başka yere çevirdi. Sesi daha kısık çıkıyordu bu kez.



-Başkasının sevgisi umrumda değil.



Mi-cha gülümseyerek konuşmasına devam etti.



-Fiziği ve yüzü çok güzel ama. Çok tatlı duruyor. Mini etek çok yakışmıştı.



John kahkaha atıp Mi-cha'ya döndü.



-Ben bir erkek olarak farketmezken senin nasıl dikkatini çekti?



Mi-cha da güldü.



-Bilmem.. Ah, bu arada annemin Sang-ho için hazırladığı yemekleri nereye koydun?



John cebinden bir anahtar çıkarıp Mi-cha'ya uzattı.



-Arabamın arka koltuğundan alırsın.



-Tamam teşekkür ederim.



*~~~~~~*~~~~~~*



Sang-ho hastaneden çıkalı iki hafta oluyordu. Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra gülümseyip telefonunu eline aldı. Birkaç çalıştan sonra cevap geldi.



-Alo?



Sang-ho gözlerini devirip portakal suyundan bir yudum alıp cevap verdi.



- Bu uykulu sesten yeni uyandığını anlamak zor değil Çilek Kız!



-Sana ne? Uyutmuyorsun ki.



Sang-ho yatak odasına geçip telefonun hoperlörünü açıp bir yandan giyinip bir yandan cevap veriyordu.



-Çok konuşma da hazırlan. Gidiyoruz.



-Nereye ya?



-Tamamen iyileştiğimi hissediyorum. Bunu kutlayalım. Gelmezsen ölürsün. Yarım saate kapında olurum.



-Peki.



-Bu arada mini etek giyme. Daha doğrusu etek giyme.



-Zaten giymiyorum ama neden?



-Çok eğleneceğimiz yerlere götüreceğim. Eteğinin açılmasıyla uğraşamam.



Mi-cha güldü.



-Tamam tamam.



*~~~~~*~~~~~*



Mi-cha Sang-ho'nun arabasına bindi ve ona döndü.



-Nereye gidiyoruz?



-Önce karaoke bar..



Sang-ho hızla arbayı hareket ettirdi.



~~~~~~~~~



Sang-ho Mi-cha'yı kucağına alıp utangaç bir tavırla karaoke bardan dışarı attı kendisini. Mi-cha yanaklarını şişirip üfledi ve mırıldandı.



-Rezil olduk.



Sang-ho bağırmaya başladı.



-Senin yüzünden! Kendini şarkı söylemeye öyle kaptırmışsın ki yerdeki ıslaklığı farketmedin.



Mi-cha utanarak ona baktı



-Nerden bilirdim pantolonumun yırtılacağını.



-Neyse ki üstümde ceket vardı beline saracak. Eğer yanıma ceket olmasaydım mecbur t-short ümü çıkarıp çıplak kalacaktım.



Mi-cha çocuksu tavrıyla başını eğdi.



-Özür dilerim.



Sang-ho onun bu ifadelerine hiç dayanamıyordu. Gülümseyerek yürümeye devam etti.



-Sang-ho eve gidelim. Kucağındayım deminden beri. Kolun kopacak.



-Hayır. Bugün eğlence günümüz. Hiçbirşey bozamaz. Şurda güzel bir mağaza biliyorum. Ordan yeni kıyafet alırıZ.



Mi-cha utanarak dudağını ısırdı ve Sang-ho'ya baktı.



-Herkes bize bakıyor.



Sang-ho ona gülümseyip konuşmaya ve yürümeye devam etti.



-Başkası umrumda mı sanıyorsun aptal?



*~~~~~*~~~~~*



Sang-ho Mi-cha'ya uzun uzun bakıp gülümsedi.



-Şimdi daha güzel oldun. Hadi gidelim.



-Şimdi nereye?



-Çocukluğumda sadece bir kez gittiğim yere. Lunaparka..



Mi-cha gülümsedi. Sang-ho'nun aklına John ile Mi-cha'yı takip edip lunaparka gittiği aklına geldi. Hiçbirşey söylemedi.



*~~~~~*~~~~~*



Sang-ho şeker yiyen Mi-cha'ya döndü.



-Eğlendin mi Çilek Kız?



Mi-cha gülümseyerek kafasını evet anlamında salladı. Birden gözü ok atışı yapılan yere takıldı. Sang-ho onun baktığı yere baktıktan sonra tekrar Mi-cha'ya döndü.



-Atış yapmak ister misin?



Mi-cha çocuksu ifadeyle kaşlarını çattı.



-Hayır. O adam herkesi kandırıyor. O sayıların çoğu boş. Diğerleri de küçük oyuncaklar. Her nedense o büyük pembe tavşanın bulunduğu sayıya kimse atış yapamıyor.



Sang-ho Mi-cha'nın bu söylediklerine kahkaha attı. Sonra onun omuzlarından tutup iteledi.



-Sen şu hızlı tren için bilet al ben geliyorum.



-Tamam.



Birkaç dakika sonra Sang-ho Mi-cha'nın yanına geldi. Mi-cha biletleri ona gösterip gülümsedi.



-Aldım bak.



-Aferin ama canım istemiyor. Hadi şu ok atışı yapılan yere gidelim. Eminim bu kez kazanacaksın.



-Hayır kandırılacağız yine.



-Hayır bence kazanırız.



Sang-ho Mi-cha'yı çeke çeke götürdü. Mi-cha eline oku isteksizce alıp birkaç atış yaptı.



Adam sayıların olduğu tabloya bakıp konuştu.



-Boş, boş, boş, boş,



Son sayıya geldiğinde Sang-ho adama gözüyle işaret yaptı. Adam kekeleyerek konuşmasına devam etti.



-A..aa..a çok şanslısınız küçük hanım. B..bu büyük p..pembe tavşan sizin.



Mi-cha sevinçten zıplıyordu. Pembe tavşanı kucağına alıp sarıldı. Sang-ho gizlice adama bakıp önünde yavaşça eğildi.



Sang-ho ve Mi-cha arabaya bindiler. Mi-cha kucağındaki tavşanla oynuyordu. Sonra Sang-ho'ya döndü.



-Hey Sang-ho bak ne şanslıyım.



Sang-ho gülümseyip arabayı sürerek konuştu.



-Şanslı olduğun benim gibi bir erkeğe sahip olmandan belli oluyor.



Mi-cha dudağını büzüp ona baktı. Sonra o da gülümseyip tavşanına döndü.



Sang-ho Mi-cha'yı evinin önüne getirdi. Birlikte arabadan inip bahçeye geldiler. Mi-cha kucağındaki pembe tavşanı Sang-ho'ya çevirdi.



-Pembe tavşanla ben sana iyi akşamlar diyoruz. Ah, bir de teşekkür ediyoruz.



Sang-ho tebessüm edip havaya baktı.



-Yıldızlar çok güzel yine.



Başını indirip Mi-cha'ya baktı ve konuşmasına devam etti.



-Senin odandaki yıldızlardan daha parlak değil.



-Evet. Tavana astığın yıldızlar gece karanlıkta çok güzel parlıyor.



-Ben yıldız derken odandaki resimlerimden bahsettim.



Mi-cha Sang-ho'nun koluna vurup güldü. Sang-ho eğilip Mi-cha'nın yanağına öpücük kondurduktan sonra el sallayıp arabasına bindi.



Eve geldiğinde kendisini hemen koltuğa attı. Myeong-dae de evde gitar çalıyordu. Sang-ho'yu görünce gülümseyip gitar çalmayı durdurdu.



-Bu gece burda kalabilir miyim?



-İzin almak için geciktin. Zaten evimdesin. Kal bari.



-Pislik. Kal bari diyor. Kal tabi der insan.



Sang-ho güldü. Telefonu çalmaya başladı. Birden yüzündeki gülümseme söndü. Myeong farkedince merakla sordu.



-Kim arıyor?



-Sung wook...



Telefonu açıp isteksizce kulağına götürdü.



-Alo?



-Sang-ho, hemen şirkete gel.



-Sebep ne?



-İki kere söylemeyi sevmem. Gel diyorum.



Telefonu Sang-ho'nun yüzüne kapattı. Sang-ho sinirle ceketini alıp kapıya yöneldi. Myeong arkasından bağırdı.



-Nereye?



-Beyefendi yanına çağırdı. Kesin benden birşey isteyecek. Yoksa oğlu olduğum için neden arasın ki !



*~~~~~*~~~~~*



Sang-ho şirkete girdi. Asansörde eskiden flört ettiği sekreterle karşılaştı. Kız Sang-ho'ya yaklaşmaya çalışıyordu. Asansör durunca Sang-ho eliyle kızı itip indi.



Babasının odasına yavaşça girdi. Choi Sung Wook o girince koltuğa iyice yaslanıp kendine güvenen bir tavırla konuştu.



-Sana iki teklifim var.



Sang-ho acı bir tebessüm attı.



-Konuşmalara "merhaba, nasılsın" gibi nezaket sözleriyle başlayacağını sandığım için aptal hissediyorum kendimi. Karşımdaki kişi Choi Sung Wook...



Choi Sung Wook hiç istifini bozmadan devam etti.



-Sana iki teklifim var. Ya yanımda çalışmayı kabul eder, şirketimde önemli bir yere gelirsin ya da konservatuvar bölümüne geçersin.



Sang-ho kollarını birbirine bağladı.



-Neydi bu şimdi? Geleceğimle ilgili kararları da mı sen vereceksin artık?



Choi Sung Wook bir bardak içki koyup sakince cevapladı.



-Mimarlık bölümüne senin kadar yabancı biri olamaz. Bunu kabul et.



Sang-ho ilk kez babasının görüşüne katılıyordu. Sessizce Sung Wook'un konuşmasını dinlemeye devam etti.



-Sen mimarlıkta kendini asla geliştiremezsin.



-Ama çalışıyorum!



-Lafımı kesme. O aptal kız için o bölümde kalmak istemen saçma. Konservatuvara geçtiğinde de rahatça görüşebilirsiniz. Sang-ho, yapamayacağın bölüm için onca parayı dökmeye niyetim yok. Geçen yıl seni şarkıcı yapma teklifini sunan Mr. Baek yine gelip teklifinin geçerli olduğunu söyledi. Aptallık yapmana izin vermeyeceğim. Kabul ettim.



Sang-ho gözlerini büyüttü.



-Ne dedin? Kabul ettim de ne demek? Benim hayatıma karışma hakkını sana kim veriyor!



-Ben senin babanım. En önemlisi senin tek dayanağınım. Benim zenginliğim sayesinde saygı gördüğünü unutma. Adın her pisliğe bulaştıktan sonra düzgün bir mimar olacağına mı inanıyorsun beyinsiz herif!



Sang-ho başını öne eğdi. Haklıydı... Babasının zenginliği sayesinde rahat bir yaşam sürüyordu. Mimarlık istemediği de doğruydu. Başını kaldırıp Sung Wook'a baktı.



-Pekala.. Senin yanında kölen olmaktansa konservatuarı tercih ediyorum.



Choi Sung Wook alaycı bir şekilde gülümseyip ona baktı. Sang-ho kapıdan çıkacakken arkasından bağırdı.



-O salak kızı da bıraksan iyi olur.



Sang-ho onun yüzüne bile bakmadan konuştu.



-İşte o seni hiç ama hiç ilgilendirmez Sung Wook.



-Sen bilirsin..



Sang-ho öfkeyle babasının odasından çıktı.



NOT: Finalin erken gelmesini yanlış anlamayın. Hem kesin değil hem de erken gelse bile küt diye konu değiştirecek değilim. Örneğin 5 olay olacaksa 2'sini anlatıp bitiririm. Anlatabildim sanırım? ^^ teşekkürler yorumlarınız için.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder