[17.Bölüm]
Mi-cha hala öpücüğün etkisindeydi. İri gözlerle boşluğa bakıyordu. Sang-ho sırıtıp omuzlarından tuttu ve lavabonun önüne kadar iterek götürdü.
-Git elini yüzünü yıka sonra bana yemek yedir Çilek kız.
Mi-cha hafifçe başıyla onaylayıp lavaboya girdi. Kapıyı kapatıp aynada kendisine baktı. Parmaklarını dudaklarına götürüp gülümsedi. Birkaç dakika sonra lavabodan çıktı. Sang-ho tek kolunu ensesine koymuş diğer eliyle televizyonun kumandasıyla yatıyordu. Mi-cha'ya döndü.
-Ağaç oldum. Lavaboya gir dedim. Taşın dememiştim.
Mi-cha dudağını büzdü. Sonra gülümseyerek yaklaştı.
-Acıktın mı?
-Hem de nasıl. Muhteşem fiziğim bozulacak diye korkuyorum.
-Senin fiziğin mi muhteşem hah!
-Ne o beğenemedin mi. Şu karın kimde var be?
Mi-cha gözlerini sıkıca kapattı.
-Tamam tamam. Kapat göbeğini.
Sang-ho sırıttı.
-Açmamıştım ki
Mi-cha gözlrini açıp Sang-ho'nun koluna vurdu. Sang-ho kahkaha atıyordu. Susmaya çalışıp Mi-cha'ya baktı.
-Yemek getirmezsen seni yerim.
Mi-cha korkuyla gözlerini açıp hızla dışarı çıktı. Sang-ho hala kahkaha atıyordu.
-Tanrım, bu kız çok saf.
Mi-cha getirdiği yemeklerin yerini sormak için John'u aramaya başladı. Koridorun ucunda onu gördü. Elleri cebinde, duvara yaslanmış, bir kızla konuşuyordu.
Yavaşça yanına yaklaştı. John Mi-cha'yı görünce gözleri parladı. Hemen elini Mi-cha'nın omzuna atıp gülümsedi.
-Mi-cha beni görmeye mi geldin tatlım. Hadi gidelim.
Yanındaki kız hızla onlara döndü. Heyecanlı bir şekilde konuştu.
-Oppa, Sang-ho'nun durumunu anlatıyordun, gidemezsin.
John gözlerini devirip ona alay ederek konuştu.
-Ya Sang-ho'ya da oppa de ya da ikimize de ismimizle hitap et. Oppa deme yanlış anlaşılıyor. Ayrıca Sang-ho'nun durumunu git ondan öğren.
Mi-cha onlara garip garip bakıyordu. John Mi-cha'yı kendisine çekip gülümsedi.
-Gidelim Mi-cha.
Kız onların arkazından kıskanarak baktı. Dudağını büzüp hastane sandalyelerinin üstüne attı kendisini. Elini çenesine götürüp mırıldandı.
-Off oppa. Neden böylesin?
John kızın göremeyeceği bir yere gittikleri zaman Mi-cha'nın belinden elini çekti. Mi-cha şaşkın gözlerle ona baktı.
-John, kimdi o kız.
-Öncelikle böyle davrandığım için özür dilerim ama bunu yapmalıydım.
-Sorun değil, anladım ama kim o kız?
John gözlerini devirip kendisini sandalyeye attı ve konuşmasına ilgisizce devam etti.
- Adı Yoo Ji Hyo. Babası Thailand'da ünlü bir iş adamı. Yoo Ji Hyo ise Kore'de konservatuvar bölümünde son sınıf okuyor. Anlayacağın bizden büyük.
Mi-cha John'un yanına oturup merakla sordu.
-O zaman neden oppa diyor?
-Bir de ben anlasam....
-Bizim üniversitede mi?
-Hayır, özel üniversitede okuyor ama bizimki değil. Dua etmek lazım buna.
John sırıtıyordu. Mi-cha onun bu tavırlarına anlam veremedi.
-Neden varlığından bu kadar rahatsızsın? Çok iyi bir kıza benziyor.
-Gerçekten iyi bir kız fakat Japon yapıştırıcısı gibi bir görürse bırakmıyor. Konuşmaya çalışıyor.
Mi-cha John'a bakıp güldü.
-O zaman bu kız seni seviyor.
John'un yüzündeki gülümseme bir anda söndü. Kafasını başka yere çevirdi. Sesi daha kısık çıkıyordu bu kez.
-Başkasının sevgisi umrumda değil.
Mi-cha gülümseyerek konuşmasına devam etti.
-Fiziği ve yüzü çok güzel ama. Çok tatlı duruyor. Mini etek çok yakışmıştı.
John kahkaha atıp Mi-cha'ya döndü.
-Ben bir erkek olarak farketmezken senin nasıl dikkatini çekti?
Mi-cha da güldü.
-Bilmem.. Ah, bu arada annemin Sang-ho için hazırladığı yemekleri nereye koydun?
John cebinden bir anahtar çıkarıp Mi-cha'ya uzattı.
-Arabamın arka koltuğundan alırsın.
-Tamam teşekkür ederim.
*~~~~~~*~~~~~~*
Sang-ho hastaneden çıkalı iki hafta oluyordu. Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra gülümseyip telefonunu eline aldı. Birkaç çalıştan sonra cevap geldi.
-Alo?
Sang-ho gözlerini devirip portakal suyundan bir yudum alıp cevap verdi.
- Bu uykulu sesten yeni uyandığını anlamak zor değil Çilek Kız!
-Sana ne? Uyutmuyorsun ki.
Sang-ho yatak odasına geçip telefonun hoperlörünü açıp bir yandan giyinip bir yandan cevap veriyordu.
-Çok konuşma da hazırlan. Gidiyoruz.
-Nereye ya?
-Tamamen iyileştiğimi hissediyorum. Bunu kutlayalım. Gelmezsen ölürsün. Yarım saate kapında olurum.
-Peki.
-Bu arada mini etek giyme. Daha doğrusu etek giyme.
-Zaten giymiyorum ama neden?
-Çok eğleneceğimiz yerlere götüreceğim. Eteğinin açılmasıyla uğraşamam.
Mi-cha güldü.
-Tamam tamam.
*~~~~~*~~~~~*
Mi-cha Sang-ho'nun arabasına bindi ve ona döndü.
-Nereye gidiyoruz?
-Önce karaoke bar..
Sang-ho hızla arbayı hareket ettirdi.
~~~~~~~~~
Sang-ho Mi-cha'yı kucağına alıp utangaç bir tavırla karaoke bardan dışarı attı kendisini. Mi-cha yanaklarını şişirip üfledi ve mırıldandı.
-Rezil olduk.
Sang-ho bağırmaya başladı.
-Senin yüzünden! Kendini şarkı söylemeye öyle kaptırmışsın ki yerdeki ıslaklığı farketmedin.
Mi-cha utanarak ona baktı
-Nerden bilirdim pantolonumun yırtılacağını.
-Neyse ki üstümde ceket vardı beline saracak. Eğer yanıma ceket olmasaydım mecbur t-short ümü çıkarıp çıplak kalacaktım.
Mi-cha çocuksu tavrıyla başını eğdi.
-Özür dilerim.
Sang-ho onun bu ifadelerine hiç dayanamıyordu. Gülümseyerek yürümeye devam etti.
-Sang-ho eve gidelim. Kucağındayım deminden beri. Kolun kopacak.
-Hayır. Bugün eğlence günümüz. Hiçbirşey bozamaz. Şurda güzel bir mağaza biliyorum. Ordan yeni kıyafet alırıZ.
Mi-cha utanarak dudağını ısırdı ve Sang-ho'ya baktı.
-Herkes bize bakıyor.
Sang-ho ona gülümseyip konuşmaya ve yürümeye devam etti.
-Başkası umrumda mı sanıyorsun aptal?
*~~~~~*~~~~~*
Sang-ho Mi-cha'ya uzun uzun bakıp gülümsedi.
-Şimdi daha güzel oldun. Hadi gidelim.
-Şimdi nereye?
-Çocukluğumda sadece bir kez gittiğim yere. Lunaparka..
Mi-cha gülümsedi. Sang-ho'nun aklına John ile Mi-cha'yı takip edip lunaparka gittiği aklına geldi. Hiçbirşey söylemedi.
*~~~~~*~~~~~*
Sang-ho şeker yiyen Mi-cha'ya döndü.
-Eğlendin mi Çilek Kız?
Mi-cha gülümseyerek kafasını evet anlamında salladı. Birden gözü ok atışı yapılan yere takıldı. Sang-ho onun baktığı yere baktıktan sonra tekrar Mi-cha'ya döndü.
-Atış yapmak ister misin?
Mi-cha çocuksu ifadeyle kaşlarını çattı.
-Hayır. O adam herkesi kandırıyor. O sayıların çoğu boş. Diğerleri de küçük oyuncaklar. Her nedense o büyük pembe tavşanın bulunduğu sayıya kimse atış yapamıyor.
Sang-ho Mi-cha'nın bu söylediklerine kahkaha attı. Sonra onun omuzlarından tutup iteledi.
-Sen şu hızlı tren için bilet al ben geliyorum.
-Tamam.
Birkaç dakika sonra Sang-ho Mi-cha'nın yanına geldi. Mi-cha biletleri ona gösterip gülümsedi.
-Aldım bak.
-Aferin ama canım istemiyor. Hadi şu ok atışı yapılan yere gidelim. Eminim bu kez kazanacaksın.
-Hayır kandırılacağız yine.
-Hayır bence kazanırız.
Sang-ho Mi-cha'yı çeke çeke götürdü. Mi-cha eline oku isteksizce alıp birkaç atış yaptı.
Adam sayıların olduğu tabloya bakıp konuştu.
-Boş, boş, boş, boş,
Son sayıya geldiğinde Sang-ho adama gözüyle işaret yaptı. Adam kekeleyerek konuşmasına devam etti.
-A..aa..a çok şanslısınız küçük hanım. B..bu büyük p..pembe tavşan sizin.
Mi-cha sevinçten zıplıyordu. Pembe tavşanı kucağına alıp sarıldı. Sang-ho gizlice adama bakıp önünde yavaşça eğildi.
Sang-ho ve Mi-cha arabaya bindiler. Mi-cha kucağındaki tavşanla oynuyordu. Sonra Sang-ho'ya döndü.
-Hey Sang-ho bak ne şanslıyım.
Sang-ho gülümseyip arabayı sürerek konuştu.
-Şanslı olduğun benim gibi bir erkeğe sahip olmandan belli oluyor.
Mi-cha dudağını büzüp ona baktı. Sonra o da gülümseyip tavşanına döndü.
Sang-ho Mi-cha'yı evinin önüne getirdi. Birlikte arabadan inip bahçeye geldiler. Mi-cha kucağındaki pembe tavşanı Sang-ho'ya çevirdi.
-Pembe tavşanla ben sana iyi akşamlar diyoruz. Ah, bir de teşekkür ediyoruz.
Sang-ho tebessüm edip havaya baktı.
-Yıldızlar çok güzel yine.
Başını indirip Mi-cha'ya baktı ve konuşmasına devam etti.
-Senin odandaki yıldızlardan daha parlak değil.
-Evet. Tavana astığın yıldızlar gece karanlıkta çok güzel parlıyor.
-Ben yıldız derken odandaki resimlerimden bahsettim.
Mi-cha Sang-ho'nun koluna vurup güldü. Sang-ho eğilip Mi-cha'nın yanağına öpücük kondurduktan sonra el sallayıp arabasına bindi.
Eve geldiğinde kendisini hemen koltuğa attı. Myeong-dae de evde gitar çalıyordu. Sang-ho'yu görünce gülümseyip gitar çalmayı durdurdu.
-Bu gece burda kalabilir miyim?
-İzin almak için geciktin. Zaten evimdesin. Kal bari.
-Pislik. Kal bari diyor. Kal tabi der insan.
Sang-ho güldü. Telefonu çalmaya başladı. Birden yüzündeki gülümseme söndü. Myeong farkedince merakla sordu.
-Kim arıyor?
-Sung wook...
Telefonu açıp isteksizce kulağına götürdü.
-Alo?
-Sang-ho, hemen şirkete gel.
-Sebep ne?
-İki kere söylemeyi sevmem. Gel diyorum.
Telefonu Sang-ho'nun yüzüne kapattı. Sang-ho sinirle ceketini alıp kapıya yöneldi. Myeong arkasından bağırdı.
-Nereye?
-Beyefendi yanına çağırdı. Kesin benden birşey isteyecek. Yoksa oğlu olduğum için neden arasın ki !
*~~~~~*~~~~~*
Sang-ho şirkete girdi. Asansörde eskiden flört ettiği sekreterle karşılaştı. Kız Sang-ho'ya yaklaşmaya çalışıyordu. Asansör durunca Sang-ho eliyle kızı itip indi.
Babasının odasına yavaşça girdi. Choi Sung Wook o girince koltuğa iyice yaslanıp kendine güvenen bir tavırla konuştu.
-Sana iki teklifim var.
Sang-ho acı bir tebessüm attı.
-Konuşmalara "merhaba, nasılsın" gibi nezaket sözleriyle başlayacağını sandığım için aptal hissediyorum kendimi. Karşımdaki kişi Choi Sung Wook...
Choi Sung Wook hiç istifini bozmadan devam etti.
-Sana iki teklifim var. Ya yanımda çalışmayı kabul eder, şirketimde önemli bir yere gelirsin ya da konservatuvar bölümüne geçersin.
Sang-ho kollarını birbirine bağladı.
-Neydi bu şimdi? Geleceğimle ilgili kararları da mı sen vereceksin artık?
Choi Sung Wook bir bardak içki koyup sakince cevapladı.
-Mimarlık bölümüne senin kadar yabancı biri olamaz. Bunu kabul et.
Sang-ho ilk kez babasının görüşüne katılıyordu. Sessizce Sung Wook'un konuşmasını dinlemeye devam etti.
-Sen mimarlıkta kendini asla geliştiremezsin.
-Ama çalışıyorum!
-Lafımı kesme. O aptal kız için o bölümde kalmak istemen saçma. Konservatuvara geçtiğinde de rahatça görüşebilirsiniz. Sang-ho, yapamayacağın bölüm için onca parayı dökmeye niyetim yok. Geçen yıl seni şarkıcı yapma teklifini sunan Mr. Baek yine gelip teklifinin geçerli olduğunu söyledi. Aptallık yapmana izin vermeyeceğim. Kabul ettim.
Sang-ho gözlerini büyüttü.
-Ne dedin? Kabul ettim de ne demek? Benim hayatıma karışma hakkını sana kim veriyor!
-Ben senin babanım. En önemlisi senin tek dayanağınım. Benim zenginliğim sayesinde saygı gördüğünü unutma. Adın her pisliğe bulaştıktan sonra düzgün bir mimar olacağına mı inanıyorsun beyinsiz herif!
Sang-ho başını öne eğdi. Haklıydı... Babasının zenginliği sayesinde rahat bir yaşam sürüyordu. Mimarlık istemediği de doğruydu. Başını kaldırıp Sung Wook'a baktı.
-Pekala.. Senin yanında kölen olmaktansa konservatuarı tercih ediyorum.
Choi Sung Wook alaycı bir şekilde gülümseyip ona baktı. Sang-ho kapıdan çıkacakken arkasından bağırdı.
-O salak kızı da bıraksan iyi olur.
Sang-ho onun yüzüne bile bakmadan konuştu.
-İşte o seni hiç ama hiç ilgilendirmez Sung Wook.
-Sen bilirsin..
Sang-ho öfkeyle babasının odasından çıktı.
NOT: Finalin erken gelmesini yanlış anlamayın. Hem kesin değil hem de erken gelse bile küt diye konu değiştirecek değilim. Örneğin 5 olay olacaksa 2'sini anlatıp bitiririm. Anlatabildim sanırım? ^^ teşekkürler yorumlarınız için.
Mi-cha hala öpücüğün etkisindeydi. İri gözlerle boşluğa bakıyordu. Sang-ho sırıtıp omuzlarından tuttu ve lavabonun önüne kadar iterek götürdü.
-Git elini yüzünü yıka sonra bana yemek yedir Çilek kız.
Mi-cha hafifçe başıyla onaylayıp lavaboya girdi. Kapıyı kapatıp aynada kendisine baktı. Parmaklarını dudaklarına götürüp gülümsedi. Birkaç dakika sonra lavabodan çıktı. Sang-ho tek kolunu ensesine koymuş diğer eliyle televizyonun kumandasıyla yatıyordu. Mi-cha'ya döndü.
-Ağaç oldum. Lavaboya gir dedim. Taşın dememiştim.
Mi-cha dudağını büzdü. Sonra gülümseyerek yaklaştı.
-Acıktın mı?
-Hem de nasıl. Muhteşem fiziğim bozulacak diye korkuyorum.
-Senin fiziğin mi muhteşem hah!
-Ne o beğenemedin mi. Şu karın kimde var be?
Mi-cha gözlerini sıkıca kapattı.
-Tamam tamam. Kapat göbeğini.
Sang-ho sırıttı.
-Açmamıştım ki
Mi-cha gözlrini açıp Sang-ho'nun koluna vurdu. Sang-ho kahkaha atıyordu. Susmaya çalışıp Mi-cha'ya baktı.
-Yemek getirmezsen seni yerim.
Mi-cha korkuyla gözlerini açıp hızla dışarı çıktı. Sang-ho hala kahkaha atıyordu.
-Tanrım, bu kız çok saf.
Mi-cha getirdiği yemeklerin yerini sormak için John'u aramaya başladı. Koridorun ucunda onu gördü. Elleri cebinde, duvara yaslanmış, bir kızla konuşuyordu.
Yavaşça yanına yaklaştı. John Mi-cha'yı görünce gözleri parladı. Hemen elini Mi-cha'nın omzuna atıp gülümsedi.
-Mi-cha beni görmeye mi geldin tatlım. Hadi gidelim.
Yanındaki kız hızla onlara döndü. Heyecanlı bir şekilde konuştu.
-Oppa, Sang-ho'nun durumunu anlatıyordun, gidemezsin.
John gözlerini devirip ona alay ederek konuştu.
-Ya Sang-ho'ya da oppa de ya da ikimize de ismimizle hitap et. Oppa deme yanlış anlaşılıyor. Ayrıca Sang-ho'nun durumunu git ondan öğren.
Mi-cha onlara garip garip bakıyordu. John Mi-cha'yı kendisine çekip gülümsedi.
-Gidelim Mi-cha.
Kız onların arkazından kıskanarak baktı. Dudağını büzüp hastane sandalyelerinin üstüne attı kendisini. Elini çenesine götürüp mırıldandı.
-Off oppa. Neden böylesin?
John kızın göremeyeceği bir yere gittikleri zaman Mi-cha'nın belinden elini çekti. Mi-cha şaşkın gözlerle ona baktı.
-John, kimdi o kız.
-Öncelikle böyle davrandığım için özür dilerim ama bunu yapmalıydım.
-Sorun değil, anladım ama kim o kız?
John gözlerini devirip kendisini sandalyeye attı ve konuşmasına ilgisizce devam etti.
- Adı Yoo Ji Hyo. Babası Thailand'da ünlü bir iş adamı. Yoo Ji Hyo ise Kore'de konservatuvar bölümünde son sınıf okuyor. Anlayacağın bizden büyük.
Mi-cha John'un yanına oturup merakla sordu.
-O zaman neden oppa diyor?
-Bir de ben anlasam....
-Bizim üniversitede mi?
-Hayır, özel üniversitede okuyor ama bizimki değil. Dua etmek lazım buna.
John sırıtıyordu. Mi-cha onun bu tavırlarına anlam veremedi.
-Neden varlığından bu kadar rahatsızsın? Çok iyi bir kıza benziyor.
-Gerçekten iyi bir kız fakat Japon yapıştırıcısı gibi bir görürse bırakmıyor. Konuşmaya çalışıyor.
Mi-cha John'a bakıp güldü.
-O zaman bu kız seni seviyor.
John'un yüzündeki gülümseme bir anda söndü. Kafasını başka yere çevirdi. Sesi daha kısık çıkıyordu bu kez.
-Başkasının sevgisi umrumda değil.
Mi-cha gülümseyerek konuşmasına devam etti.
-Fiziği ve yüzü çok güzel ama. Çok tatlı duruyor. Mini etek çok yakışmıştı.
John kahkaha atıp Mi-cha'ya döndü.
-Ben bir erkek olarak farketmezken senin nasıl dikkatini çekti?
Mi-cha da güldü.
-Bilmem.. Ah, bu arada annemin Sang-ho için hazırladığı yemekleri nereye koydun?
John cebinden bir anahtar çıkarıp Mi-cha'ya uzattı.
-Arabamın arka koltuğundan alırsın.
-Tamam teşekkür ederim.
*~~~~~~*~~~~~~*
Sang-ho hastaneden çıkalı iki hafta oluyordu. Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra gülümseyip telefonunu eline aldı. Birkaç çalıştan sonra cevap geldi.
-Alo?
Sang-ho gözlerini devirip portakal suyundan bir yudum alıp cevap verdi.
- Bu uykulu sesten yeni uyandığını anlamak zor değil Çilek Kız!
-Sana ne? Uyutmuyorsun ki.
Sang-ho yatak odasına geçip telefonun hoperlörünü açıp bir yandan giyinip bir yandan cevap veriyordu.
-Çok konuşma da hazırlan. Gidiyoruz.
-Nereye ya?
-Tamamen iyileştiğimi hissediyorum. Bunu kutlayalım. Gelmezsen ölürsün. Yarım saate kapında olurum.
-Peki.
-Bu arada mini etek giyme. Daha doğrusu etek giyme.
-Zaten giymiyorum ama neden?
-Çok eğleneceğimiz yerlere götüreceğim. Eteğinin açılmasıyla uğraşamam.
Mi-cha güldü.
-Tamam tamam.
*~~~~~*~~~~~*
Mi-cha Sang-ho'nun arabasına bindi ve ona döndü.
-Nereye gidiyoruz?
-Önce karaoke bar..
Sang-ho hızla arbayı hareket ettirdi.
~~~~~~~~~
Sang-ho Mi-cha'yı kucağına alıp utangaç bir tavırla karaoke bardan dışarı attı kendisini. Mi-cha yanaklarını şişirip üfledi ve mırıldandı.
-Rezil olduk.
Sang-ho bağırmaya başladı.
-Senin yüzünden! Kendini şarkı söylemeye öyle kaptırmışsın ki yerdeki ıslaklığı farketmedin.
Mi-cha utanarak ona baktı
-Nerden bilirdim pantolonumun yırtılacağını.
-Neyse ki üstümde ceket vardı beline saracak. Eğer yanıma ceket olmasaydım mecbur t-short ümü çıkarıp çıplak kalacaktım.
Mi-cha çocuksu tavrıyla başını eğdi.
-Özür dilerim.
Sang-ho onun bu ifadelerine hiç dayanamıyordu. Gülümseyerek yürümeye devam etti.
-Sang-ho eve gidelim. Kucağındayım deminden beri. Kolun kopacak.
-Hayır. Bugün eğlence günümüz. Hiçbirşey bozamaz. Şurda güzel bir mağaza biliyorum. Ordan yeni kıyafet alırıZ.
Mi-cha utanarak dudağını ısırdı ve Sang-ho'ya baktı.
-Herkes bize bakıyor.
Sang-ho ona gülümseyip konuşmaya ve yürümeye devam etti.
-Başkası umrumda mı sanıyorsun aptal?
*~~~~~*~~~~~*
Sang-ho Mi-cha'ya uzun uzun bakıp gülümsedi.
-Şimdi daha güzel oldun. Hadi gidelim.
-Şimdi nereye?
-Çocukluğumda sadece bir kez gittiğim yere. Lunaparka..
Mi-cha gülümsedi. Sang-ho'nun aklına John ile Mi-cha'yı takip edip lunaparka gittiği aklına geldi. Hiçbirşey söylemedi.
*~~~~~*~~~~~*
Sang-ho şeker yiyen Mi-cha'ya döndü.
-Eğlendin mi Çilek Kız?
Mi-cha gülümseyerek kafasını evet anlamında salladı. Birden gözü ok atışı yapılan yere takıldı. Sang-ho onun baktığı yere baktıktan sonra tekrar Mi-cha'ya döndü.
-Atış yapmak ister misin?
Mi-cha çocuksu ifadeyle kaşlarını çattı.
-Hayır. O adam herkesi kandırıyor. O sayıların çoğu boş. Diğerleri de küçük oyuncaklar. Her nedense o büyük pembe tavşanın bulunduğu sayıya kimse atış yapamıyor.
Sang-ho Mi-cha'nın bu söylediklerine kahkaha attı. Sonra onun omuzlarından tutup iteledi.
-Sen şu hızlı tren için bilet al ben geliyorum.
-Tamam.
Birkaç dakika sonra Sang-ho Mi-cha'nın yanına geldi. Mi-cha biletleri ona gösterip gülümsedi.
-Aldım bak.
-Aferin ama canım istemiyor. Hadi şu ok atışı yapılan yere gidelim. Eminim bu kez kazanacaksın.
-Hayır kandırılacağız yine.
-Hayır bence kazanırız.
Sang-ho Mi-cha'yı çeke çeke götürdü. Mi-cha eline oku isteksizce alıp birkaç atış yaptı.
Adam sayıların olduğu tabloya bakıp konuştu.
-Boş, boş, boş, boş,
Son sayıya geldiğinde Sang-ho adama gözüyle işaret yaptı. Adam kekeleyerek konuşmasına devam etti.
-A..aa..a çok şanslısınız küçük hanım. B..bu büyük p..pembe tavşan sizin.
Mi-cha sevinçten zıplıyordu. Pembe tavşanı kucağına alıp sarıldı. Sang-ho gizlice adama bakıp önünde yavaşça eğildi.
Sang-ho ve Mi-cha arabaya bindiler. Mi-cha kucağındaki tavşanla oynuyordu. Sonra Sang-ho'ya döndü.
-Hey Sang-ho bak ne şanslıyım.
Sang-ho gülümseyip arabayı sürerek konuştu.
-Şanslı olduğun benim gibi bir erkeğe sahip olmandan belli oluyor.
Mi-cha dudağını büzüp ona baktı. Sonra o da gülümseyip tavşanına döndü.
Sang-ho Mi-cha'yı evinin önüne getirdi. Birlikte arabadan inip bahçeye geldiler. Mi-cha kucağındaki pembe tavşanı Sang-ho'ya çevirdi.
-Pembe tavşanla ben sana iyi akşamlar diyoruz. Ah, bir de teşekkür ediyoruz.
Sang-ho tebessüm edip havaya baktı.
-Yıldızlar çok güzel yine.
Başını indirip Mi-cha'ya baktı ve konuşmasına devam etti.
-Senin odandaki yıldızlardan daha parlak değil.
-Evet. Tavana astığın yıldızlar gece karanlıkta çok güzel parlıyor.
-Ben yıldız derken odandaki resimlerimden bahsettim.
Mi-cha Sang-ho'nun koluna vurup güldü. Sang-ho eğilip Mi-cha'nın yanağına öpücük kondurduktan sonra el sallayıp arabasına bindi.
Eve geldiğinde kendisini hemen koltuğa attı. Myeong-dae de evde gitar çalıyordu. Sang-ho'yu görünce gülümseyip gitar çalmayı durdurdu.
-Bu gece burda kalabilir miyim?
-İzin almak için geciktin. Zaten evimdesin. Kal bari.
-Pislik. Kal bari diyor. Kal tabi der insan.
Sang-ho güldü. Telefonu çalmaya başladı. Birden yüzündeki gülümseme söndü. Myeong farkedince merakla sordu.
-Kim arıyor?
-Sung wook...
Telefonu açıp isteksizce kulağına götürdü.
-Alo?
-Sang-ho, hemen şirkete gel.
-Sebep ne?
-İki kere söylemeyi sevmem. Gel diyorum.
Telefonu Sang-ho'nun yüzüne kapattı. Sang-ho sinirle ceketini alıp kapıya yöneldi. Myeong arkasından bağırdı.
-Nereye?
-Beyefendi yanına çağırdı. Kesin benden birşey isteyecek. Yoksa oğlu olduğum için neden arasın ki !
*~~~~~*~~~~~*
Sang-ho şirkete girdi. Asansörde eskiden flört ettiği sekreterle karşılaştı. Kız Sang-ho'ya yaklaşmaya çalışıyordu. Asansör durunca Sang-ho eliyle kızı itip indi.
Babasının odasına yavaşça girdi. Choi Sung Wook o girince koltuğa iyice yaslanıp kendine güvenen bir tavırla konuştu.
-Sana iki teklifim var.
Sang-ho acı bir tebessüm attı.
-Konuşmalara "merhaba, nasılsın" gibi nezaket sözleriyle başlayacağını sandığım için aptal hissediyorum kendimi. Karşımdaki kişi Choi Sung Wook...
Choi Sung Wook hiç istifini bozmadan devam etti.
-Sana iki teklifim var. Ya yanımda çalışmayı kabul eder, şirketimde önemli bir yere gelirsin ya da konservatuvar bölümüne geçersin.
Sang-ho kollarını birbirine bağladı.
-Neydi bu şimdi? Geleceğimle ilgili kararları da mı sen vereceksin artık?
Choi Sung Wook bir bardak içki koyup sakince cevapladı.
-Mimarlık bölümüne senin kadar yabancı biri olamaz. Bunu kabul et.
Sang-ho ilk kez babasının görüşüne katılıyordu. Sessizce Sung Wook'un konuşmasını dinlemeye devam etti.
-Sen mimarlıkta kendini asla geliştiremezsin.
-Ama çalışıyorum!
-Lafımı kesme. O aptal kız için o bölümde kalmak istemen saçma. Konservatuvara geçtiğinde de rahatça görüşebilirsiniz. Sang-ho, yapamayacağın bölüm için onca parayı dökmeye niyetim yok. Geçen yıl seni şarkıcı yapma teklifini sunan Mr. Baek yine gelip teklifinin geçerli olduğunu söyledi. Aptallık yapmana izin vermeyeceğim. Kabul ettim.
Sang-ho gözlerini büyüttü.
-Ne dedin? Kabul ettim de ne demek? Benim hayatıma karışma hakkını sana kim veriyor!
-Ben senin babanım. En önemlisi senin tek dayanağınım. Benim zenginliğim sayesinde saygı gördüğünü unutma. Adın her pisliğe bulaştıktan sonra düzgün bir mimar olacağına mı inanıyorsun beyinsiz herif!
Sang-ho başını öne eğdi. Haklıydı... Babasının zenginliği sayesinde rahat bir yaşam sürüyordu. Mimarlık istemediği de doğruydu. Başını kaldırıp Sung Wook'a baktı.
-Pekala.. Senin yanında kölen olmaktansa konservatuarı tercih ediyorum.
Choi Sung Wook alaycı bir şekilde gülümseyip ona baktı. Sang-ho kapıdan çıkacakken arkasından bağırdı.
-O salak kızı da bıraksan iyi olur.
Sang-ho onun yüzüne bile bakmadan konuştu.
-İşte o seni hiç ama hiç ilgilendirmez Sung Wook.
-Sen bilirsin..
Sang-ho öfkeyle babasının odasından çıktı.
NOT: Finalin erken gelmesini yanlış anlamayın. Hem kesin değil hem de erken gelse bile küt diye konu değiştirecek değilim. Örneğin 5 olay olacaksa 2'sini anlatıp bitiririm. Anlatabildim sanırım? ^^ teşekkürler yorumlarınız için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder