28 Mayıs 2011 Cumartesi

Playboy (13. Bölüm)

[13.Bölüm]



Sang-ho diz çöküp avazı çıktığı kadar bağırdı.



-Mi-cha!!!!



*~~~~~*~~~~~*



John yerden kalkıp ağzındaki kanı sildi ve kendisine korkulu gözlerle bakan kıza döndü.



-Teşekkürler Jin-Young. Senin görevin bitti. Gidebilirsin.



Jin-young John'a acıyarak bakıyordu. Çantasından hızla bir peçete çıkarıp bir yandan John'un kanayan ağzını silerken diğer yandan konuşuyordu.



-Bunu yapmak zorunda değildin. Daha farklı bir şekilde söyleyebilirdin. Şimdi senden nefret ediyordur.



John kızın elinden peçeteyi alıp ağzının kenarında kanayan yere bastırdı ve boşluğa bakarak yumuşak bir sesle konuşmaya başladı.



-Böylesi daha iyi.. Eğer ona direkt olarak "mutlu olman için vazgeçeceğim" deseydim bunu kabul etmeyecek, bir ömür benden nefret edecekti. Şimdi ise nefreti geçici olacak.



Kendisini koltuğa atıp konuşmasına devam etti.



-Sang-ho'yu tanırım. Duygularını, saklayacağı son an gelene kadar belli etmez. Ona bunu direkt söyleseydim Mi-cha'yı sevdiğini inkar bile edebilirdi. Böylesi daha iyi.. Sevgilim olma rolünü yaptığın için teşekkürler Jin-young.. Gitsek iyi olur.



*~~~~~*~~~~~*



Sang-ho daha fazla dayanamayıp başını yere eğdi. Gözlerinden damlalar birer birer düşüyordu.



-Adımı ne diye haykırıyorsun?



Sang-ho hemem başımı kaldırıp sesin geldiği kişiye, Mi-cha'ya baktı. Gözyaşlarını sildi ve hızla ayağa kalkıp Mi-cha'ya sarıldı.



-Gerizekalı! Niye diğerleriyle gelmedin? Endişeden ölebilirdim!



Mi-cha ne olduğunu anlamadığı için saf saf kendisine bağıran Sang-ho'yu dinliyordu.



-Sang-ho, beni burdan almak isteyen sen değil miydin? Niye bağırıyorsun ki?



Sang-ho Mi-cha'dan kendisini çekip aval aval ona baktı.



-Ne? Ben seni burdan mı alacaktım?



-Evet.. Bir saat önce herkes giderken John sıkışmamamız için beni senin alacağını söyledi. En fazla yarım saat demişti ama bir saattir seni bekliyorum. Nerdesin sen!



Mi-cha dudağını büzüp kaşlarını çatarak Sang-ho'ya baktı. Sang-ho'nun ise kafası çok karışmıştı. John'un "ben herkesten önce döndüm" dediği aklına geldi. Mi-cha'nın omuzlarından tutup şaşkın bir ifadeyle konuştu.



-Ne yani.. John bu sabah herkesle birlikte mi döndü Seoul'e?



-Evet. Sang-ho hadi ama çok yoruldum. Bir an önce eve gitmek istiyorum. Acı bana.



Mi-cha yalvarır gibi bakıyordu. Sang-ho birkaç saniye düşündükten sonra herşeyi anlamıştı. Mi-cha'ya bakıp istemsiz olarak gülümsedi. Mi-cha ise Sang-ho'nun bu hareketlerine bir anlam veremediğinden şaşkın şaşkın ona bakıyordu. Sonra dudağını büzüp kaşlarını çattı.



-Neden sırıttığını biliyorum Sang-ho. Saçım berbat. Bu yüzden değil mi? Dün John ile su savaşı yapınca böyle oldu.



Sang-ho onu hiç duymuyordu bile. Hızla Mi-cha'yı çekip sıkıca sarıldı. Tüm dişleri görünecek kadar sırıttı. Mi-cha onun sarılmasından hem mutluluk hem şaşkınlık duyuyordu.



-Hey Sang-ho! Bugün 'dünya sarılma günü' mü ilan edildi? Niye sürekli sarılıyorsun?



-Sonra söyleyeceğim.. Yakında bileceksin söz.



Uzakta ağaçların arasından onları izleyen Myeong-dae telefonunu açıp arama tuşuna bastı ve birbirine sarılmış Sang-ho ve Mi-cha'ya bakıp gülümsemeye devam etti. Birkaç saniye sonra telefonun ucundan ses geldi.



-Alo? Myeong?



-John, plan tuttu. Çok teşekkürler, sen iyi bir dostsun...



John kampta Mi-cha'yla çekindikleri fotoğrafa bakıp gülümsemeye çalıştı..



-Haber verdiğin için teşekkürler Myeong-dae. Görüşürüz...



*~~~~~*~~~~~*



Sang-ho arabasını Mi-cha'nın evinin önüne park ettikten sonra arka koltuklardan eşyaları alıp eve taşıdılar. Mi-cha'nın annesi bayan Seo jin Sang-ho'yu büyük salona aldı. Bu arada Mi-cha lavaboya doğru koşmaya başladı.



-Ahh çok sıkıştım.



Bayan Seo Jin dudağını ısırıp Sang-ho'ya baktı. Utangaç bir tavırla konuştu.



-Şey... Siz onun kusuruna bakmayın. Bazen böyle dengesizliği oluyor işte.



Sang-ho Mi-cha'nın arkasından bakıp güldü. Sonra Seo Jin'e döndü.



-Önemli değil. Biz alıştık artık. Bu arada çantaları Mi-cha'nın odasına çıkarayım mı? Geçen seferki gibi kızar mı?



Seo jin kafasını kaldırıp Mi-cha'nın odasının olduğu yere baktı. Sonra Sang-ho'ya dönüp gülümsedi.



-Bence çıkarmalısın. İşte şurdaki oda.



Sang-ho Seo jin'in gösterdiği odaya bakıp eşyaları aldı ve yukarı taşımaya başladı. Odasının kapısında cadı asılıydı. Sang-ho gülümseyip cadıyla konuşurmuş gibi yaptı.



-Bu odanın sahibi kadar gıcık, salak ama bir o kadar da şirin duruyorsun.



Sang-ho kapıyı açıp çantaları kapının kıyısına bıraktı. Tam kapıyı kapatacakken geri döndü. Ağzı açık kalmıştı. Duvarlar onun resmiyle döşenmişti. Birkaç saniye sonra omzunda bir el hissetti. Hızla başını çevirdi. Bayan Seo jin ona gülümsedikten sonra duvardaki resimlere bakıp konuştu.



-Şimdi anladın mı neden gelmeni istemediğini? Bir an önce gitsen iyi olur. İkimiz de Mi-cha'nın çığlıklarını dinlemek istemeyiz sanırım.



Sang-ho Seo-jin'e bakıp güldü. Yavaşça eğilip teşekkür ettikten sonra evden çıktı. Arabasına binip Mi-cha'nın tokasını çıkardı.



-Demek bana bu kadar hayrandın. Eh iyi madem. Sanırım ben de artık birşeyler yapabilirim Çilek kız.



Sang-ho tokayı öpüp avcunun içine sıkıca sardı. Tüm dişleri görünecek kadar sırıtıyordu.



Mi-cha koşarak büyümüş gözlerle odasına çıktı. Annesi onun odasında resimlere bakıyordu. Yerdeki eşyaları görünce çığlığı bastı.



-Anne!! O buraya mı geldi?



Seo jin kulaklarını kapatıp kaşlarını çattı.



-Bağırma Mi-cha! Hayır gelmedi. İşi varmış hızla çıktı.



Mi-cha derin bir nefes aldıktan sonra temiz kıyafetlerini çıkarıp banyoya yöneldi.



*~~~~~*~~~~~*



Sang-ho kum torbasıyla cebelleşen Mi-cha'ya bakıyordu. Gözlerini devirdi.



-Daha hızlı vuramaz mısın şuna?



Mi-cha durup dizlerinin üstüne çöktü. Nefes nefese kalmıştı. Sang-ho'ya bakıp kaşlarını çattı.



-Bana hediye aldın ama hala vermiyorsun!



Sang-ho kollarını birbirüne bağlayıp sakince cevapladı.



-Doğru düzgün vurmayı öğrenene kadar vermeyeceğim.



-Kim kime şart koşarak hediye veriyor! Bu haksızlık..



-Sana ne? Bu benim tarzım. İstemiyorsan hediyeni vermem ve giderim.



-Tamam tamam!



Mi-cha yerden kalkıp derin bir nefes aldı ve gücünü kullanarak kum torbasına vurmaya başladı.



Yarım saat sonra baygın halde alnındaki terleri silip duvarın kenarına çöktü. Gözlerini kapattı ve güçsüzce mırıldandı.



-Hediyeni ister ver ister verme. Çok yoruldum artık.



Sang-ho hafifçe tebessüm etti. Yanına eğilip dudağına küçük bir öpücük kondurduktan sonra geri çekildi ve kulağına fısıldadı...



-Seni seviyorum..



Mi-cha gözlerini hızla açtı. Şok olmuştu.

Sang-ho gülümseyerek ayağa kalktı ve kapıya yaklaştı. Tam çıkacakken Mi-cha'ya dönüp sırıttı.



-Bu arada hediyeni merak ediyorsan...o bende değil cebinde.



Yavaşça kapıyı kapatıp odadan çıktı. Elini kalbine götürdü. Çok hızlı çarpıyordu. Gülümseyip arabasına binecekti ki telefonu çaldı. Arkadaşlarından biri arıyordu.



-Alo?



-Hey Sang-ho. Neredesin kaç gündür? Bara hiç uğramaz oldun. Bak geçenlerde beğendiğin kız var ya? Seni sordu bugün. Hiç kaçırma gel derim dostum. Süper eğlence var.



Sang-ho arabasındaki Mi-cha'nın tokasına bakıp tebessüm etti. Sonra telefondakine basitçe cevap verdi.



-Artık bara gelmeyeceğim Ki Bum. Benim zaten sevgilim var.



Umarım beğenirsiniz bu bölümü de ^^"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder