28 Mayıs 2011 Cumartesi

Playboy (8. Bölüm)

[8.Bölüm]



-Hamileyim..!



Sang-ho kıza boş boş baktı. Birden kahkaha atmaya başladı. Kız çok şaşırmıştı.



-Ne gülüyorsun? Hamileyim diyorum.!



Sang-ho daha çok kahkaha atıyordu. Kendisine gelmeye çalıştı ama bir türlü kahkahanın önüne geçemiyordu.



-Hamile misin? Hahahaha



-Evet.



-Babası kim?



-Sensin.



Sang-ho kahkaha atmaya devam etti.



-Ne gülüyorsun! Babası sensin diyorum.!



Sang-ho kahkahayı durdurdu ama gülmemek için kendini zor tutuyordu.



-Aman Tanrım! Bana yanlış öğretmişler. Çocuğun nasıl yapıldığını ben farklı biliyordum. Demek bir kadını kucağına alıp eve getirmekle de hamile bırakabiliyormuşsun. Vay anasını. Ahahaha.



Kız yutkundu. Kaşlarını çatıp Sang-ho'ya baktı.



-O gece sarhoştun hatırlamıyorsun.



Sang-ho alay eder gibi gülümseyerek kıza yaklaştı.



-Zanginim, yakışıklıyım, popülerim. Bu özelliklerim seni çok cezbediyor. Ama seni rahatsız edebilecek bir özelliğim daha var. Kahretsin çok zekiyim. O gece böyle bir durumun olmaması için içki içmedim. Oldukça geç yattım.



Kız böyle bir cevap alacağını tahmin etmemişti.



-Hamileyim diyorum. Bu da belgesi!



Sang-ho kağıdı parçalayıp fırlattı ve kızın boğazından tutup duvara hızla çarptı.



-Hamile olduğuna inanırım. Ama benden değil bundan eminim. Sen beni aptal mı sandın? Sayısız kızla yattığım doğru ama bu oyunlara aldanacak değilim. DNA testi denen birşeyi duymadın mı? O testi yaptırdığımızda, çocuğun benden olmadığı ortaya çıkınca, sana yapacaklarım gözünü korkutmuyor mu aptal!



Sang-ho kızı iyice duvara itti. Eve girecekken kız Sang-ho'nun dizlerine sarıldı.



-Evet hamile değilim, aramızda birşey de geçmedi ama lütfen bana bir şans ver. Ben gerçekten seni seviyorum.



Sang-ho ayağıyla kızı itip içeri girdi.



~~~~~~~~~~



-Günaydın Mi-cha,



Mi-cha başını masadan kaldırıp uykulu uykulu John'a baktı.



-Günayfın John.



-Uykulu olacağını biliyordum. Bu yüzden sana soğuk kahve getirdim.



Mi-cha gülümseyip kahveyi aldı. John hemen yanına oturdu.



-Dün gece yine mi çalıştın?



Mi-cha gülümsedi.



-Evet. Bu arada kahve için teşekkürler.



-Rica ederim. Ben de senin sayende çalıştım. Sınavlar yaklaştı. Öğrencilik hayatımda ilk defa sınavdan korkmuyorum.



-Gerçekten mi? Çok sevindim John. Eminim başaracaksın. Fighting!



Mi-cha ellerini yumruk yapıp her zamanki sevimliliğiyle gülümsedi.

John da elini yumruk yaptı.



-Fighting!



Mi-cha kahvesini içerken John uzun uzun onu izledi.



-Mi-cha...



Mi-cha John'a baktı.



-Efendim John?



-Bana John demesen?



-Ne diyeyim?



-Umm.. Şey.. Mesela 'Oppa' diyebilirsin.



Mi-cha biraz utanmış biraz da şaşırmıştı.



-Oppa mı?



-Evet. Ben senden bir yaş büyüğüm nasıl olsa. Kızlar kendinden büyük erkeklere oppa demez mi?



-Ah, evet. Eğer dememi istiyorsan...



-Evet istiyorum.

Mi-cha gülümsemeye çalıştı.



-Peki.. Oppa..



-John her sabah benim sırama oturmak zorunda mısın?



John Sang-ho'ya boş boş bakıp arka sıraya geçti.



Sang-ho Mi-cha'ya gakıp gülümsedi ve bir hamleyle Mi-cha'nın saçlarını karıştırdı.



-Günaydın Çilek Kız



Mi-cha'nın gözlerinin içi gülüyordu.



~~~~~~~~~~~~~



Telefon ısrarla çalıyordu. Sang-ho'nun uykudan gözünü açacak hali yoktu. Telefonu eliyle yoklayıp bulduktan sonra gözünü açmadan kulağına götürdü.



-Ne var?



-Sang-ho dün bara niye gelmedin? Hasta mısın?



Bu ses Myeong-dae'nindi.



Sang-ho yavaşça yataktan doğrulup gözlerini ovdu.



-Bilmem.. Canım istemedi. Bugün Song Mi-cha'ya dövüş dersi vereceğim. Yorgun olmayayım diye erken yattım.



-Anladım. Bugün grlmemezlik yapma. Akşam görüşürüz.



-GörüşürüZ.



Sang-ho esneyerek saate baktı. Birden sıçradı.



-Aman tanrım. Mi-cha'yla buluşmaya 1 saat var.!



Hızla yatağından kalktı. Duşa girecekken kapı çaldı.



-Off sabah sabah kim bu ya!



Sang-ho kapıyı açtı. Karşısındaki kişiyi görünce hızla kapatacaktı ki kız ayağını kapının arasına koyup kapının kapanmasını engelledi.



-Yine mi sen? Artık midemi bulandırıyorsun. Defol evimden!



-Sang-ho, yalvarırım bir şans ver bana. Gidecek bir yerim yok.



-Bu senin sorunun. Beni ilgilendirmez.



Kız hızla içeri girip kapıyı kapattı.



-Sang-ho, gerçekten gidecek bir yerim yok.



Sang-ho gözlerini devirip içeri geçti. Çok sürmeden elinde yüklü miktarda parayla geri döndü.



-Al bunu ve bir daha karşıma çıkayım deme!



Kız çaresizce parayı aldı ve kapıya yöneldi.Sang-ho saatine bakar bakmaz kendini duşa attı.



Kız tam kapıdan çıkacakken Sang-ho'nun telefonunun çaldığını duydu. Telefonun yanına gitti. "Çilek Kız" yazısını görünce Sang-ho'nun gelip gelmediğini kontrol edip telefonu açtı.



-Sang-ho, yağmur yağmaya başladı. Acele et.



-Sang-ho şu an gelemez. Duş alıyor.



Mi-cha telefonu elinden düşürdü. Yağmurun altında öylece kalmıştı. Birden başında bir şemsiye hissetti.



-Mi-cha yağmurun altında ne işin var. Hasta ola...



John dikkatlice Mi-cha'nın yüzüne baktı.



-Mi-cha, ağlıyor musun?



Mi-cha hiçbirşey demeden dizlerinin üstüne düştü. John anında kaldırıp arabasına bindirdi ve Mi-cha'nın evine götürdü. Mi-cha hızla arabadan inip eve koştu.

John birkaç dakika sonra onun peşinden gitti. Kapıyı Mi-cha'nın annesi açmıştı.



-Song Mi-cha ile konuşabilir miyim.



-Tabi.. Odasına çıktı. Üst katta, holün sonundaki oda.



John hafifçe eğilip teşekkür etti ve yukarı kata çıktı.



----------



Sang-ho buluşacakları yere gelirken bir oyuncakçıda Çilek Kız görüp satın aldı ve buluşacakları yere gelip beklemeye başladı.



-Bu salak kız yine uyuyordur kesin. Ya da bu yağmurda gelmeye üşendi. Yok öyle Mi-cha hanım. Bugün dersten kaçmak yok. Sen gelmezsen ben evine giderim.

------------



John Mi-cha'nın odasına girdi. Birden kalakaldı. Odanın duvarlarına baktıkça gözleri büyüdü. Her taraf...her taraf Sang-ho'nun gazete ve dergilerden kesilmiş resimleriyle doluydu. Mi-cha ise duvara yaslanmış ağlıyordu. John'u farkedince birden durdu.

John Mi-cha'ya bakıp yutkundu. Konuşmakta güçlük çekiyordu.



-Mi-cha.. Sen...



Mi-cha hızla John'u itip kendisini dışarı attı. Yağmur durmuştu. Birden John kolunu tuttu.



-Mi-cha.. O resimler..



Mi-cha daha fazla dayanamayıp John'a sarıldı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.



-Onun benden birazcık da olsa hoşlandığını düşünmüştüm... Gazetelerin dergilerin yazdıklarına inanmamıştım. Onun 'playboy' olduğuna inanmak istemiyordum.



John yutkundu. Mi-cha'nın gözyaşları John'un göğsünü ıslattıkça boğazına yumruk oluyordu birşeyler. Mi-cha ise hıçkıra hıçkıra ağlayarak devam etti kouşmaya.



-O benim ilk sevdiğim insandı. O benim uzun zamandır aşık olduğum insandı. Neden bu kadar çok canım ya ıyor? Onun bir başkasını sevdiğini bilmek ne çok canımı yakıyor biliyor musun?



John yavaşça ellerini kaldırıp Mi-cha'ya sarıldı.



-Biliyorum... O acıyı biliyorum...



Bu arada Sang-ho sokağın köşesinden döner dönmez donup kaldı. John ve Mi-cha'yı birbirlerine sarılmış görünce elindeki çilek kız yere düştü. Kalbi çok farklı atıyordu. Mi-cha'nın John'a söylediği sözlerle kalbinin sancıdığını hissetti.



"Ben...gerçekten çok seviyorum Oppa.."



Sang-ho geri çekilip duvara yaslandı. Kalbini tuttu.



-Oppa mı?



John göğsünde ağlayan Mi-cha'ya baktı. Gözleri dolmaya başladı. John'un yüzünden süzülen bir damla yaş Mi-cha'nın saçlarına karıştı...



Umarım beğenmişsinizdir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder