[8.Bölüm]
-Hamileyim..!
Sang-ho kıza boş boş baktı. Birden kahkaha atmaya başladı. Kız çok şaşırmıştı.
-Ne gülüyorsun? Hamileyim diyorum.!
Sang-ho daha çok kahkaha atıyordu. Kendisine gelmeye çalıştı ama bir türlü kahkahanın önüne geçemiyordu.
-Hamile misin? Hahahaha
-Evet.
-Babası kim?
-Sensin.
Sang-ho kahkaha atmaya devam etti.
-Ne gülüyorsun! Babası sensin diyorum.!
Sang-ho kahkahayı durdurdu ama gülmemek için kendini zor tutuyordu.
-Aman Tanrım! Bana yanlış öğretmişler. Çocuğun nasıl yapıldığını ben farklı biliyordum. Demek bir kadını kucağına alıp eve getirmekle de hamile bırakabiliyormuşsun. Vay anasını. Ahahaha.
Kız yutkundu. Kaşlarını çatıp Sang-ho'ya baktı.
-O gece sarhoştun hatırlamıyorsun.
Sang-ho alay eder gibi gülümseyerek kıza yaklaştı.
-Zanginim, yakışıklıyım, popülerim. Bu özelliklerim seni çok cezbediyor. Ama seni rahatsız edebilecek bir özelliğim daha var. Kahretsin çok zekiyim. O gece böyle bir durumun olmaması için içki içmedim. Oldukça geç yattım.
Kız böyle bir cevap alacağını tahmin etmemişti.
-Hamileyim diyorum. Bu da belgesi!
Sang-ho kağıdı parçalayıp fırlattı ve kızın boğazından tutup duvara hızla çarptı.
-Hamile olduğuna inanırım. Ama benden değil bundan eminim. Sen beni aptal mı sandın? Sayısız kızla yattığım doğru ama bu oyunlara aldanacak değilim. DNA testi denen birşeyi duymadın mı? O testi yaptırdığımızda, çocuğun benden olmadığı ortaya çıkınca, sana yapacaklarım gözünü korkutmuyor mu aptal!
Sang-ho kızı iyice duvara itti. Eve girecekken kız Sang-ho'nun dizlerine sarıldı.
-Evet hamile değilim, aramızda birşey de geçmedi ama lütfen bana bir şans ver. Ben gerçekten seni seviyorum.
Sang-ho ayağıyla kızı itip içeri girdi.
~~~~~~~~~~
-Günaydın Mi-cha,
Mi-cha başını masadan kaldırıp uykulu uykulu John'a baktı.
-Günayfın John.
-Uykulu olacağını biliyordum. Bu yüzden sana soğuk kahve getirdim.
Mi-cha gülümseyip kahveyi aldı. John hemen yanına oturdu.
-Dün gece yine mi çalıştın?
Mi-cha gülümsedi.
-Evet. Bu arada kahve için teşekkürler.
-Rica ederim. Ben de senin sayende çalıştım. Sınavlar yaklaştı. Öğrencilik hayatımda ilk defa sınavdan korkmuyorum.
-Gerçekten mi? Çok sevindim John. Eminim başaracaksın. Fighting!
Mi-cha ellerini yumruk yapıp her zamanki sevimliliğiyle gülümsedi.
John da elini yumruk yaptı.
-Fighting!
Mi-cha kahvesini içerken John uzun uzun onu izledi.
-Mi-cha...
Mi-cha John'a baktı.
-Efendim John?
-Bana John demesen?
-Ne diyeyim?
-Umm.. Şey.. Mesela 'Oppa' diyebilirsin.
Mi-cha biraz utanmış biraz da şaşırmıştı.
-Oppa mı?
-Evet. Ben senden bir yaş büyüğüm nasıl olsa. Kızlar kendinden büyük erkeklere oppa demez mi?
-Ah, evet. Eğer dememi istiyorsan...
-Evet istiyorum.
Mi-cha gülümsemeye çalıştı.
-Peki.. Oppa..
-John her sabah benim sırama oturmak zorunda mısın?
John Sang-ho'ya boş boş bakıp arka sıraya geçti.
Sang-ho Mi-cha'ya gakıp gülümsedi ve bir hamleyle Mi-cha'nın saçlarını karıştırdı.
-Günaydın Çilek Kız
Mi-cha'nın gözlerinin içi gülüyordu.
~~~~~~~~~~~~~
Telefon ısrarla çalıyordu. Sang-ho'nun uykudan gözünü açacak hali yoktu. Telefonu eliyle yoklayıp bulduktan sonra gözünü açmadan kulağına götürdü.
-Ne var?
-Sang-ho dün bara niye gelmedin? Hasta mısın?
Bu ses Myeong-dae'nindi.
Sang-ho yavaşça yataktan doğrulup gözlerini ovdu.
-Bilmem.. Canım istemedi. Bugün Song Mi-cha'ya dövüş dersi vereceğim. Yorgun olmayayım diye erken yattım.
-Anladım. Bugün grlmemezlik yapma. Akşam görüşürüz.
-GörüşürüZ.
Sang-ho esneyerek saate baktı. Birden sıçradı.
-Aman tanrım. Mi-cha'yla buluşmaya 1 saat var.!
Hızla yatağından kalktı. Duşa girecekken kapı çaldı.
-Off sabah sabah kim bu ya!
Sang-ho kapıyı açtı. Karşısındaki kişiyi görünce hızla kapatacaktı ki kız ayağını kapının arasına koyup kapının kapanmasını engelledi.
-Yine mi sen? Artık midemi bulandırıyorsun. Defol evimden!
-Sang-ho, yalvarırım bir şans ver bana. Gidecek bir yerim yok.
-Bu senin sorunun. Beni ilgilendirmez.
Kız hızla içeri girip kapıyı kapattı.
-Sang-ho, gerçekten gidecek bir yerim yok.
Sang-ho gözlerini devirip içeri geçti. Çok sürmeden elinde yüklü miktarda parayla geri döndü.
-Al bunu ve bir daha karşıma çıkayım deme!
Kız çaresizce parayı aldı ve kapıya yöneldi.Sang-ho saatine bakar bakmaz kendini duşa attı.
Kız tam kapıdan çıkacakken Sang-ho'nun telefonunun çaldığını duydu. Telefonun yanına gitti. "Çilek Kız" yazısını görünce Sang-ho'nun gelip gelmediğini kontrol edip telefonu açtı.
-Sang-ho, yağmur yağmaya başladı. Acele et.
-Sang-ho şu an gelemez. Duş alıyor.
Mi-cha telefonu elinden düşürdü. Yağmurun altında öylece kalmıştı. Birden başında bir şemsiye hissetti.
-Mi-cha yağmurun altında ne işin var. Hasta ola...
John dikkatlice Mi-cha'nın yüzüne baktı.
-Mi-cha, ağlıyor musun?
Mi-cha hiçbirşey demeden dizlerinin üstüne düştü. John anında kaldırıp arabasına bindirdi ve Mi-cha'nın evine götürdü. Mi-cha hızla arabadan inip eve koştu.
John birkaç dakika sonra onun peşinden gitti. Kapıyı Mi-cha'nın annesi açmıştı.
-Song Mi-cha ile konuşabilir miyim.
-Tabi.. Odasına çıktı. Üst katta, holün sonundaki oda.
John hafifçe eğilip teşekkür etti ve yukarı kata çıktı.
----------
Sang-ho buluşacakları yere gelirken bir oyuncakçıda Çilek Kız görüp satın aldı ve buluşacakları yere gelip beklemeye başladı.
-Bu salak kız yine uyuyordur kesin. Ya da bu yağmurda gelmeye üşendi. Yok öyle Mi-cha hanım. Bugün dersten kaçmak yok. Sen gelmezsen ben evine giderim.
------------
John Mi-cha'nın odasına girdi. Birden kalakaldı. Odanın duvarlarına baktıkça gözleri büyüdü. Her taraf...her taraf Sang-ho'nun gazete ve dergilerden kesilmiş resimleriyle doluydu. Mi-cha ise duvara yaslanmış ağlıyordu. John'u farkedince birden durdu.
John Mi-cha'ya bakıp yutkundu. Konuşmakta güçlük çekiyordu.
-Mi-cha.. Sen...
Mi-cha hızla John'u itip kendisini dışarı attı. Yağmur durmuştu. Birden John kolunu tuttu.
-Mi-cha.. O resimler..
Mi-cha daha fazla dayanamayıp John'a sarıldı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
-Onun benden birazcık da olsa hoşlandığını düşünmüştüm... Gazetelerin dergilerin yazdıklarına inanmamıştım. Onun 'playboy' olduğuna inanmak istemiyordum.
John yutkundu. Mi-cha'nın gözyaşları John'un göğsünü ıslattıkça boğazına yumruk oluyordu birşeyler. Mi-cha ise hıçkıra hıçkıra ağlayarak devam etti kouşmaya.
-O benim ilk sevdiğim insandı. O benim uzun zamandır aşık olduğum insandı. Neden bu kadar çok canım ya ıyor? Onun bir başkasını sevdiğini bilmek ne çok canımı yakıyor biliyor musun?
John yavaşça ellerini kaldırıp Mi-cha'ya sarıldı.
-Biliyorum... O acıyı biliyorum...
Bu arada Sang-ho sokağın köşesinden döner dönmez donup kaldı. John ve Mi-cha'yı birbirlerine sarılmış görünce elindeki çilek kız yere düştü. Kalbi çok farklı atıyordu. Mi-cha'nın John'a söylediği sözlerle kalbinin sancıdığını hissetti.
"Ben...gerçekten çok seviyorum Oppa.."
Sang-ho geri çekilip duvara yaslandı. Kalbini tuttu.
-Oppa mı?
John göğsünde ağlayan Mi-cha'ya baktı. Gözleri dolmaya başladı. John'un yüzünden süzülen bir damla yaş Mi-cha'nın saçlarına karıştı...
Umarım beğenmişsinizdir.
-Hamileyim..!
Sang-ho kıza boş boş baktı. Birden kahkaha atmaya başladı. Kız çok şaşırmıştı.
-Ne gülüyorsun? Hamileyim diyorum.!
Sang-ho daha çok kahkaha atıyordu. Kendisine gelmeye çalıştı ama bir türlü kahkahanın önüne geçemiyordu.
-Hamile misin? Hahahaha
-Evet.
-Babası kim?
-Sensin.
Sang-ho kahkaha atmaya devam etti.
-Ne gülüyorsun! Babası sensin diyorum.!
Sang-ho kahkahayı durdurdu ama gülmemek için kendini zor tutuyordu.
-Aman Tanrım! Bana yanlış öğretmişler. Çocuğun nasıl yapıldığını ben farklı biliyordum. Demek bir kadını kucağına alıp eve getirmekle de hamile bırakabiliyormuşsun. Vay anasını. Ahahaha.
Kız yutkundu. Kaşlarını çatıp Sang-ho'ya baktı.
-O gece sarhoştun hatırlamıyorsun.
Sang-ho alay eder gibi gülümseyerek kıza yaklaştı.
-Zanginim, yakışıklıyım, popülerim. Bu özelliklerim seni çok cezbediyor. Ama seni rahatsız edebilecek bir özelliğim daha var. Kahretsin çok zekiyim. O gece böyle bir durumun olmaması için içki içmedim. Oldukça geç yattım.
Kız böyle bir cevap alacağını tahmin etmemişti.
-Hamileyim diyorum. Bu da belgesi!
Sang-ho kağıdı parçalayıp fırlattı ve kızın boğazından tutup duvara hızla çarptı.
-Hamile olduğuna inanırım. Ama benden değil bundan eminim. Sen beni aptal mı sandın? Sayısız kızla yattığım doğru ama bu oyunlara aldanacak değilim. DNA testi denen birşeyi duymadın mı? O testi yaptırdığımızda, çocuğun benden olmadığı ortaya çıkınca, sana yapacaklarım gözünü korkutmuyor mu aptal!
Sang-ho kızı iyice duvara itti. Eve girecekken kız Sang-ho'nun dizlerine sarıldı.
-Evet hamile değilim, aramızda birşey de geçmedi ama lütfen bana bir şans ver. Ben gerçekten seni seviyorum.
Sang-ho ayağıyla kızı itip içeri girdi.
~~~~~~~~~~
-Günaydın Mi-cha,
Mi-cha başını masadan kaldırıp uykulu uykulu John'a baktı.
-Günayfın John.
-Uykulu olacağını biliyordum. Bu yüzden sana soğuk kahve getirdim.
Mi-cha gülümseyip kahveyi aldı. John hemen yanına oturdu.
-Dün gece yine mi çalıştın?
Mi-cha gülümsedi.
-Evet. Bu arada kahve için teşekkürler.
-Rica ederim. Ben de senin sayende çalıştım. Sınavlar yaklaştı. Öğrencilik hayatımda ilk defa sınavdan korkmuyorum.
-Gerçekten mi? Çok sevindim John. Eminim başaracaksın. Fighting!
Mi-cha ellerini yumruk yapıp her zamanki sevimliliğiyle gülümsedi.
John da elini yumruk yaptı.
-Fighting!
Mi-cha kahvesini içerken John uzun uzun onu izledi.
-Mi-cha...
Mi-cha John'a baktı.
-Efendim John?
-Bana John demesen?
-Ne diyeyim?
-Umm.. Şey.. Mesela 'Oppa' diyebilirsin.
Mi-cha biraz utanmış biraz da şaşırmıştı.
-Oppa mı?
-Evet. Ben senden bir yaş büyüğüm nasıl olsa. Kızlar kendinden büyük erkeklere oppa demez mi?
-Ah, evet. Eğer dememi istiyorsan...
-Evet istiyorum.
Mi-cha gülümsemeye çalıştı.
-Peki.. Oppa..
-John her sabah benim sırama oturmak zorunda mısın?
John Sang-ho'ya boş boş bakıp arka sıraya geçti.
Sang-ho Mi-cha'ya gakıp gülümsedi ve bir hamleyle Mi-cha'nın saçlarını karıştırdı.
-Günaydın Çilek Kız
Mi-cha'nın gözlerinin içi gülüyordu.
~~~~~~~~~~~~~
Telefon ısrarla çalıyordu. Sang-ho'nun uykudan gözünü açacak hali yoktu. Telefonu eliyle yoklayıp bulduktan sonra gözünü açmadan kulağına götürdü.
-Ne var?
-Sang-ho dün bara niye gelmedin? Hasta mısın?
Bu ses Myeong-dae'nindi.
Sang-ho yavaşça yataktan doğrulup gözlerini ovdu.
-Bilmem.. Canım istemedi. Bugün Song Mi-cha'ya dövüş dersi vereceğim. Yorgun olmayayım diye erken yattım.
-Anladım. Bugün grlmemezlik yapma. Akşam görüşürüz.
-GörüşürüZ.
Sang-ho esneyerek saate baktı. Birden sıçradı.
-Aman tanrım. Mi-cha'yla buluşmaya 1 saat var.!
Hızla yatağından kalktı. Duşa girecekken kapı çaldı.
-Off sabah sabah kim bu ya!
Sang-ho kapıyı açtı. Karşısındaki kişiyi görünce hızla kapatacaktı ki kız ayağını kapının arasına koyup kapının kapanmasını engelledi.
-Yine mi sen? Artık midemi bulandırıyorsun. Defol evimden!
-Sang-ho, yalvarırım bir şans ver bana. Gidecek bir yerim yok.
-Bu senin sorunun. Beni ilgilendirmez.
Kız hızla içeri girip kapıyı kapattı.
-Sang-ho, gerçekten gidecek bir yerim yok.
Sang-ho gözlerini devirip içeri geçti. Çok sürmeden elinde yüklü miktarda parayla geri döndü.
-Al bunu ve bir daha karşıma çıkayım deme!
Kız çaresizce parayı aldı ve kapıya yöneldi.Sang-ho saatine bakar bakmaz kendini duşa attı.
Kız tam kapıdan çıkacakken Sang-ho'nun telefonunun çaldığını duydu. Telefonun yanına gitti. "Çilek Kız" yazısını görünce Sang-ho'nun gelip gelmediğini kontrol edip telefonu açtı.
-Sang-ho, yağmur yağmaya başladı. Acele et.
-Sang-ho şu an gelemez. Duş alıyor.
Mi-cha telefonu elinden düşürdü. Yağmurun altında öylece kalmıştı. Birden başında bir şemsiye hissetti.
-Mi-cha yağmurun altında ne işin var. Hasta ola...
John dikkatlice Mi-cha'nın yüzüne baktı.
-Mi-cha, ağlıyor musun?
Mi-cha hiçbirşey demeden dizlerinin üstüne düştü. John anında kaldırıp arabasına bindirdi ve Mi-cha'nın evine götürdü. Mi-cha hızla arabadan inip eve koştu.
John birkaç dakika sonra onun peşinden gitti. Kapıyı Mi-cha'nın annesi açmıştı.
-Song Mi-cha ile konuşabilir miyim.
-Tabi.. Odasına çıktı. Üst katta, holün sonundaki oda.
John hafifçe eğilip teşekkür etti ve yukarı kata çıktı.
----------
Sang-ho buluşacakları yere gelirken bir oyuncakçıda Çilek Kız görüp satın aldı ve buluşacakları yere gelip beklemeye başladı.
-Bu salak kız yine uyuyordur kesin. Ya da bu yağmurda gelmeye üşendi. Yok öyle Mi-cha hanım. Bugün dersten kaçmak yok. Sen gelmezsen ben evine giderim.
------------
John Mi-cha'nın odasına girdi. Birden kalakaldı. Odanın duvarlarına baktıkça gözleri büyüdü. Her taraf...her taraf Sang-ho'nun gazete ve dergilerden kesilmiş resimleriyle doluydu. Mi-cha ise duvara yaslanmış ağlıyordu. John'u farkedince birden durdu.
John Mi-cha'ya bakıp yutkundu. Konuşmakta güçlük çekiyordu.
-Mi-cha.. Sen...
Mi-cha hızla John'u itip kendisini dışarı attı. Yağmur durmuştu. Birden John kolunu tuttu.
-Mi-cha.. O resimler..
Mi-cha daha fazla dayanamayıp John'a sarıldı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
-Onun benden birazcık da olsa hoşlandığını düşünmüştüm... Gazetelerin dergilerin yazdıklarına inanmamıştım. Onun 'playboy' olduğuna inanmak istemiyordum.
John yutkundu. Mi-cha'nın gözyaşları John'un göğsünü ıslattıkça boğazına yumruk oluyordu birşeyler. Mi-cha ise hıçkıra hıçkıra ağlayarak devam etti kouşmaya.
-O benim ilk sevdiğim insandı. O benim uzun zamandır aşık olduğum insandı. Neden bu kadar çok canım ya ıyor? Onun bir başkasını sevdiğini bilmek ne çok canımı yakıyor biliyor musun?
John yavaşça ellerini kaldırıp Mi-cha'ya sarıldı.
-Biliyorum... O acıyı biliyorum...
Bu arada Sang-ho sokağın köşesinden döner dönmez donup kaldı. John ve Mi-cha'yı birbirlerine sarılmış görünce elindeki çilek kız yere düştü. Kalbi çok farklı atıyordu. Mi-cha'nın John'a söylediği sözlerle kalbinin sancıdığını hissetti.
"Ben...gerçekten çok seviyorum Oppa.."
Sang-ho geri çekilip duvara yaslandı. Kalbini tuttu.
-Oppa mı?
John göğsünde ağlayan Mi-cha'ya baktı. Gözleri dolmaya başladı. John'un yüzünden süzülen bir damla yaş Mi-cha'nın saçlarına karıştı...
Umarım beğenmişsinizdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder