28 Mayıs 2011 Cumartesi

Playboy (24. Bölüm) (FINAL)

~ FINAL ~



Mi-cha bitkin bir şekilde eve doğru yürümeye başladı. Sokağın köşesinden döner dönmez önünde bir gölgenin belirdiğini farketti. Başını kaldırıp karşısındaki uzun boylu adama baktı. Görmemezlikten gelip sağ tarafa bir adım atmasıyla adamın da aynı yönde atım atması bir oldu. Mi-cha korkmaya başlamıştı. Diğer yöne adım atmak istedi fakat adamın da aynı yöne adım atacağını anlayınca kaşlarını çatıp adama baktı.



- Benden ne istiyorsun!?



Adam alaycı bir gülümsemeyle kollarını birbirine bağlayıp sakince cevapladı.



- Bir bardak şeker verir misin diyecektim de.. Saçmalama. Ne istiyor olabilirim.



Mi-cha korkulu gözlerle etrafa bakındı. Hiç kimse olmadığını anlayınca korkusu daha da arttı ama adama belli etmek istemiyordu. Dişlerini sıkıp tekrar sordu.



- Benden ne istiyorsun.!?



Adam ani bir hareketle Mi-cha'yı duvara çekti. Mi-cha'nın gözleri korkudan kocaman açılmıştı. Aklına Sang-ho'nun verdiği dövüş dersleri geldi. İçinden tekrarladı

"Tırnakların uzunsa hiç çekinmeden suratına geçir"



Mi-cha tırnaklarını yokladı. Yeteri kadar uzun değildi. İkinci adım aklına geldi.



"Elini yumruk yapıp orta ve işaret parmağını hafif çıkık yapıp gözüne indir."



Mi-cha hızla aklındakini uyguladı ve adamın gözüne yumruğu çaktı. Ardından Sang-ho'nun öğrettiği diğer taktikleri uygulamaya başladı. Adam ahlar içinde kıvranıyordu. Birden Mi-cha'nın kolunu biri tuttu. Mi-cha korkuyla arkasını döndü. "Sang-ho" diye çığlık atıp Sang-ho'nun beline sarıldı.



- Çok korktum. Bu adam bana yaklaşmaya çalıştı. Kurtar beni.



Sang-ho kahkaha atmaya başladı. Mi-cha hızla kendisini ondan çekip saf saf onun yüzüne baktı ve bağırdı.



- Bana zarar verecekti diyorum. Yapabildiğin tek şey gülmek mi!



Sang-ho gülmemeye çalışarak cevap verdi.



- Adamı eşek ölüsü gibi yere serdin bana gerek kalmadı ki.



- Ne?



Sang-ho gülerek adamı yerden kaldırdı ve para uzattı.



- Git elini yüzünü yıka. Yardımın için teşekkürler Dong.



Adam bitkince cevap verdi.



- Dövüş derslerini iyi vermişsin. Bir an hayatım gözlerimin önünden geçti.



Adam gittikten sonra Sang-ho kahkaha atarak Mi-cha'ya döndü. Mi-cha hem korkmuş hem şaşırmış gözlerle saf saf Sang-ho'ya bakıp yavaşça sordu.



- Yani.. Bu adamı.. sen mi tuttun?



Sang-ho gülerek başını evet anlamında salladı. Mi-cha ayağını yere vurup bağırmaya başladı.



- Aptal! Ne kadar korktum tahmin edemezsin. Ya beni öpseydi?



Sang-ho kollarını birbirine bağlayıp kendinden emin bir tavırla cevap verdi.



- Böyle birşeyi neden yapsın ki? Korkma yaşamayı seven birini tuttum. Seni öperse tarafımdan öldürüleceğini biliyor. Hadi hadi, çok konuştuk. Yorulmuşsundur. Seni eve bırakayım mı?



Mi-cha bitkince cevapladı



- Bir an hiç sormayacaksın sandım.



*~~~~~*~~~~~*



John kendisini boş bulduğu bir banka attı. Nefes nefese boynundaki havluyla alnını kuruladı. Aniden yanına Ji Hyo oturup su uzattı. John hızla elinden suyu çekip kafasına dikti. Yoo Ji Hyo onun bu tavrına bakıp gülerek konuştu.



- Bir de tenisi iyi oynuyorum diyordun. Gördük ne kadar iyi olduğunu.



John su içmeyi bırakıp kaşlarını çatarak ona baktı.



- Uzun zamandır tenis oynamadığımdan yenemedim seni. Tenis konusunda çok iddalıyım.



Ji Hyo tek kaşını kaldırıp yine gülerek cevapladı.



- Tabi tabi.



John havluyu sinirle yere attı.



- Teniste iyiyim diyorum.



Ji Hyo çocukça John'u yanağından hızla öpüp geri çekildi.



- Kızma Oppa. Şaka yaptım.



John onun bu ani tavırlarına hala alışamadığından şaşkınlıkla donup kalmıştı. Ji Hyo gibi güzel bir kızın kendisine böyle davranması hoşuna gidiyordu. Sırıtmamak için kendini zor tuttu ve çantasından havlu çıkarmaya çalışan Ji Hyo'ya ciddi bir tavırla sordu.



- Sen her önüne gelen erkeği böyle zırt bırt öper misin?



Ji Hyo çantasıyla oyalandığından John'un yüzüne bakmadan çocuksu edayla cevapladı.



- Hayır, öptüğüm ilk erkek sensin.



John içine sevinç doğmuştu ama belli etmek istemeyerek yine ciddi bir tavırla arkası dönük olan Ji Hyo'ya sordu.



- Ne yani? Daha önce hiçbir erkeği öpmedin mi?



Ji Hyo yine yüzüne bakmadan basitçe cevapladı.



- Öpmedim. Öpmem mi gerekirdi.



John alt dudağını ısırıp kocaman sırıttı ve ellerini yumruk yapıp sevinçle havaya indirip kaldırmaya başladı. Ji Hyo kendisine dönünce elleri havada kaldı. Yoo Ji Hyo irileşmiş gözlerle ona bakıp safça sordu.



-O..Oppa? Ne yapıyorsun?



John bozuntuya vermemek için kollarını kaldırıp katlayıp düzleştirdi ve kaslarına bakarak aceleyle cevapladı.



- Kaslarım baya güçlenmiş ona bakıyordum.



Yoo Ji Hyo küçük bir kahkaha atıp başıyla onayladı. Bu arada John'un telefonu çaldı. Kim Tae Hoon arıyordu. John bir yudum su aldıktan sonra sakince telefonun kapağını açıp kulağına götürdü.



- Alo?



Tae Hoon heyecanla konuşuyordu.



- John, müjdem var. Choi Sung Wook bu evlilik işini çoktan iptal etmiş. Yani Yoo Ji Hyo ile evlenmek gibi bir mecburiyetin yok.



John'un yüz ifadesi donuklaşmıştı. Yoo Ji Hyo'ya baktı. Telefonun ucundaki ses merakla sordu.



- John? Duydun mu dediklerimi? Güzel haber değil mi?



John başını yere eğip yavaşça cevapladı.



- Sonra konuşuruz baba. Haber verdiğin için teşekkürler.



John telefonu kapattıktan sonra Yoo Ji Hyo'nun meraklı gözlerle ona baktığını farketti.



- Oppa?



John gülümsemeye çalışarak cevapladı.



- Evlenmek zorunda değilmişiz. Kurtulduk birbirimizden.



Ji Hyo gözlerini irileştirdi sonra çocuksu yüz ifadesiyle başını yere eğdi. John çantasını toplarken bir yandan da Ji Hyo'ya seslendi.



- Hadi artık. Soyunma odasına git ve giyin. Yağmur çiselemeye başladı. İncecik shortla üşürsün. Yoo Ji Hyo hareketsizce bankta oturuyordu. John sırtına çantasını alıp ilerlemeye başladı. Ji Hyo'nun birşey demesi için dua ediyordu.



Yoo Ji Hyo iç çekip ayağa kalktı. Soyunma odasına yöneleceği sırada kararlı bir şekilde çantasını bırakıp John'a arkasından koştu ve beline sarıldı. Hızla çocuksu sesiyle konuşmaya başladı.



- Oppa vereceğin cevabı ve yüz ifadenin nasıl olacağını biliyorum ama yine de söylemek istiyorum. Ben senden ayrılmak istemiyorum.



John gözlerini kapatıp şükretti. Sırıtmamaya çalışarak ciddi bir tavırla arkasını dönüp Ji Hyo'nun dolu gözlerine baktı. Çenesini kaldırıp ciddi olmaya çalışarak konuştu.



- Yani, gerçekten benim sevgilim mi olmak istiyorsun?



Ji Hyo hızla başını evet anlamında salladı. John bu kez sırıtmasına engel olamıyordu.



- Pekala, sanırım denemekte sakınca yok. Ama bir şartla.



Ji Hyo gözlerinin kenarını eliyle silip gülümsedi ve heyecanla sordu.



- Ne şartı?



- Bir daha bana o iğrenç şekerlerinden yemem için ısrar etmeyeceksin.



Ji Hyo gülerek başını tamam anlamında salladı. Yağmur şiddetlenince John ceketini hızla çıkarıp havaya kaldırdı.



- Arabama kadar bunu şemsiye olarak kullanmamız gerecek. Çabuk yanıma gel. Üşüteceksin.



Ji Hyo hızla John'a yaklaşıp beline sarıldı.



- Teşekkürler Oppa.





*~~~~~*~~~~~*



--- 4 YIL SONRA ---



*~~~~~*~~~~~*



Mi-cha ve Ji Hyo hızla arabadan inip ağaçlık alana doğru koşmaya başladılar. Sang-ho şoför koltuğundan inip güneş gözlüğünü çıkardı ve Mi-cha'ya bağırdı.



- Heey! Bir zahmet eşyaları taşımamıza yardım edin.



Mi-cha durup Sang-ho'ya döndü ve ellerini birleştirip çenesine götürerek yalvarır gibi konuştu.



- Ama Ji Hyo ile ağaca tırmanacağız. Sen taşısan olmaz mı Sang-ho? Lütfen lütfen lütfeeen.



Ji Hyo Mi-cha'nın kolundan tutup çekti ve koşmaya devam ettiler. Sang-ho saçını karıştırıp söylendi.



- Neden bu kadar şirin olup her dediğini yaptırmak zorunda ki?



John gülerek arabadan indi ve Sang-ho'ya seslendi.



- Anasınıfından bir kız seçseydik daha yararlı olurdu. Sahi, bugün mü hazırlayacağız?



Sang-ho sırıtarak cevap verdi.



- Evet, bugün.



*~~~~~*~~~~~*



Sang-ho Mi-cha'yı çadırından çeke çeke çıkardı. Mi-cha gözlerini ovuşturup ayağınınyere vurdu ve bağırarak konuşmaya başladı.



- Sang-ho uyuyan insana böyle mi davranılır.



Sang-ho sertçe cevapladı.



- Nesin sen? Uyuyan güzel mi? Daha saat çok erken. Hem kaptayız, eğleneceğimiz yerde uyuman garip olmuyor mu?



Mi-cha çadırın arkasına bakacağı sırada Sang-ho hızla onu çekip çimenlerin üstüne oturttu. Mi-cha yine bağırdı.



- Hey, ne yapıyorsun?



Sang-ho sırıtarak oturdu ve dizlerini uzattı.



- Deja vu~. Hadi yat dizime. Yıldızları izleyeceğiz.



Mi-cha gülüp Sang-ho'nun dizine yattı. Uyumak için iyi bir fırsat olduğunu düşünürken Sang-ho'nun sesiyle irkildi.



- Sakın aklından uyumayı geçirme, yoksa ölürsün.



Mi-cha yanaklarını şişirip hızla üfledi.



- Tamam tamam uyumuyoruz.



Bir müddet yıldızları izledikten sonra Mi-cha sırıttı. Sang-ho gülümseyerek merakla sordu.



- Niye gülüyorsun?



- Önsezilerim çok güçlü. Yıldızları izlememizi isteyeceğini sezmiştim.



Sang-ho gülüp Mi-cha'nın saçıyla oynamaya başladı. Mi-cha tekrar sırıtarak konuştu.



- Bunu da sezmiştim.



Sang-ho eğilip saçından öptü ve sırıtarak sordu.



- Peki bunu?



- Bunu da sezdim.



Sang-ho'nun telefonu çalınca gülerek Mi-cha'yı ayağa kaldırdı ve eliyle gözünü kapattı.



- Şimdi sana göstereceğim şeyi sezmediğine yemin edebilirim.



Mi-cha merakla sordu.



- Sang-ho nereye götürüyorsun?



- Bir yere götürdüğüm yok. Üç deyince gözlerini açacağım ve karşında gördüğün yazıya cevap vereceksin. Anlaştık mı?



Mi-cha tamam anlamında başını salladı.

Sang-ho elini Mi-cha'nın gözünden hafifçe çekti. Mi-cha'nın ağzı açık kalmıştı. Her yer ışıklar ve güzel yiyeceklerle süslenmişti. Ağaçların arasındaki ışıklı ve büyük tabelayı okuyunca gözleri daha da irileşti. Sang-ho kollarını birbirine bağlayıp sırıtarak konuştu.



- Alt tarafı evet diyeceksin. Gözlerini pörtletme de cevap ver.



Mi-cha olduğu yerde kalmıştı. Ağaçların tepesinden Ji Hyo'nun inleyen sesini duydular.



- Mi-cha hadi evet de. Tabelayı tutmaktan kolum koptu. Sanatçılık kariyerim yarıda kalacak. Oppama kavuşamadan öleceğim.



Diğer ağacın tepesinden John'un kahkahası geldi. Sang-ho ayağını yere vurup bağırdı.



- Gerizekalılar orda işiniz ne?



John da bağırarak karşılık verdi.



- Ne bağırıyorsun? Merak içinde çadırda oturacağımıza tabelayı tutmayı tercih ettik. Off Mi-cha çabuk cevap ver. Mimarlık bölümünden mezun olup çalışamadan ölmek istemeyiz değil mi?. Birazdan tabelayla birlikte yere gömüleceğiz.



Mi-cha kahkahayla "tamam kabul ediyorum" demesiyle tabelanın yere düşmesi bir oldu. Sang-ho heyecanla Mi-cha'ya döndü.



- Bi..Bir dakika. Kabul ettin mi şimdi?



Mi-cha gülerek başını evet anlamında salladı. Sang-ho hızla Mi-cha'yı kendisine çekip sarıldı. Bu arada Ji Hyo ve John ağaçtan inip alkışlarla yanlarına geldiler. Ji Hyo bağırdı.



- Hey siz! Evlenmeden önce açlıktan ölmek istemiyorsanız sofraya gelin.



John Ji Hyo'yu kendisine çekerek masaya yöneldi ve atıştırmaya başladı.



Sang-ho gülerek onlara bağırdı.



- Birazdan geliyoruz. Sakın yemekleri bitirmeyin.



Mi-cha'ya dönüp kolundan çekerek bir yere götürmeye başladı. Mi-cha sesini çıkarmadan onu takip etti. Sang-ho birden durup elindeki küçük küreği Mi-cha'ya uzattı.



- Eş şu toprağı.



Mi-cha yine hiçbirşey söylemeden onun dediğini yaptı. Mektupları bulacağını sanıyordu ama toprağın içinden sevimli bir kutu çıktı. Mi-cha sevinçle kutuyu açıp Sang-ho'ya baktı.



- Bu yüzük benim mi?



- Hayır, anneme almıştım. Saçmalama tabi ki senin.



Mi-cha dudağını büzdü. Sang-ho gülümseyerek kutunun içinden yüzüğü çıkarıp Mi-cha'nın parmağına taktı.



- Beğendin mi?



- Hem de çok. Teşekkür ederim. Ama burada kağıtlar vardı. Nerde onlar?



Sang-ho cebinden iki kağıt çıkarıp ona doğru tuttu.



- Yazdıklarını okudum. Resmen saçmalık. Ben başkasıyla evlenmeyeceğim. Çocuğumu üçe kadar sayıp uyutacağım, odasını yıldızlarla döşeyeceğim, ona dövüş dersi vereceğim, lunaparka götüreceğim, pembe bir tavşanı da olacak. Ama bunu tek başıma yapmayacağım. Birlikte yapacağız. Şimdi bu kağıtları yakalım.



Mi-cha hızla atıldı.



- Ama ben senin yazdığını okumamıştım.



Sang-ho gülerek kendi yazdığı kağıdı gösterdi.



- Ben hiçbirşey yazmamıştım. Yanında olmadığımı hissedeceğin bir günün gelmesini istemiyorum çünkü.



Sang-ho çakmakla kağıtları ateşe verdi. Sönene kadar sessizce izlediler. Ateş sönünce Sang-ho gülümseyerek Mi-cha'ya döndü ve yavaşça öptükten sonra geri çekildi.



- Mimar hanım, sanırım açlıktan ölmek istemeyiz, değil mi? John masayı silip süpürmeden gitsek iyi olur.



Mi-cha gülümseyip Sang-ho'ya sarıldı.



~~~~~~~~~~



NOT: Bir hikayenin daha sonuna geldik. Beğendiğiniz ve yorum yaptığınız için gerçekten çok teşekkür ederim. Yorumlara tek tek cevap veremediğim için özür dilerim ama bu bölümde her yoruma cevap vermeye çalışacağım. Yeni hikayem "Witch Princess" i de bunun kadar seveceğinizi umuyorum ^__^

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder