28 Mayıs 2011 Cumartesi

Playboy (23. Bölüm)

[23.Bölüm]



*~~~~~*~~~~~*



Eun Chae kilit sesini duyar duymaz üstündeki önlüğe elini silip kapıya koştu. Kapıdan yavaşça giren Sang-ho'ya gülümseyip ellerini yukarı kaldırdı.



- Ta ta taaa.. Choi Sang-ho'nun en sevdiği tatlı şu an mutfakta bu yakışıklı çocuğun kendisini yemesi için bekliyooor.



Sang-ho hiçbirşey söylemeden anahtarı masaya fırlatıp ceketini çıkardı ve odasına yöneldi. Eun Chae'nin yüzündeki gülümseme bir anda sönmüştü. Sang-ho'yu takip etmeye başladı. Sang-ho anlayınca gözlerini devirip hızla Eun'a döndü.



- Ne var anne?



Eun-chae ellerini beline koyup dudağını büzdü ve kaşlarını çatarak Sang-ho'ya baktı.



- Asıl senin neyin var? Ben sabahtan beri senin için uğraşayım, aldığım karşılığa bak.



Sang-ho hiçbirşey demeden iç çekti. Eun Chae aklına son anda gelen düşünceyle sıçrayıp kapıya baktı.



- Mi-cha'yı getirmedin mi?



Sang-ho gözlerini devirip odasına yöneldi. Eun yine onu takip etmeye başladı.



- Cevap ver Sang-ho.



- Beni dinlemedi bile. Zaten kimsenin peşinde koşmaya niyetim yok. Beni rahat bırak anne.



- Ama Sang-ho.. Evleneceğini sanıyor o hala. Bence gidip...



Eun-cha yüzüne kapanan kapıyla sustu. Üstünden önlüğü çıkarıp kendisini koltuğa attı..



- Of Sang-ho.. Of.!



*~~~~~~*~~~~~~*



Mi-cha odasında eşyaları yerleştirirken Bayan Seo jin elinde bir poşetle içeri girdi.



- Mi-cha..



Mi-cha meraklı gözlerle annesine baktı.



- Bu resimler.. Ne olacak?



- Onları duvarıma asmanın ne gereği var ki artık?



- Atayım mı o zaman?



Mi-cha zorlukla başını evet anlamında salladı. Seo Jin iç çekip Mi-cha'nın odasından çıktı ve kapıyı kapattı. Elindeki poşeti çöpe atmak için mutfağa yöneleceği sırada zil çaldı. Poşeti duvara yaslayıp kapıyı açtı. Karşısında oldukça bakımlı bir kadın duruyordu. Yavaşça eğilip Seo Jin'i selamladı.



- Ben Choi Sang-ho'nun annesiyim. Müsade ederseniz sizle ve Mi-cha ile konuşmaya geldim.



Seo Jin hızla selamlayıp içeri aldı.



- Kusura bakmayın henüz dün geldik. Eşyaları taşımaya fırsatımız olmadı.



- Sorun değil. Taşımayın da zaten.



- Anlamadım?



Eun Chae boş bulduğu bir koltuğa oturup bacak bacak üstüne attı ve gözlüğünü çıkararak konuşmasına devam etti.



- Seoul'den taşınmak için çok erken karar verdiniz. Buna gerek yoktu.



- Bence tam zamanında taşındık. Bu taşınma Mi-cha, Choi Sang-ho ve ailemiz için en mantıklısıydı.



- Aileniz?



Eun Chae'nin aklı karışmıştı. Sang-ho ve Mi-cha konusunda taşınma işini mantıklı buluyordu fakat aile için önemini anlayamamıştı. Seo Jin koltuğa oturup kendisine merakla bakan Eun'a yavaş bir tonda cevap verdi.



- Choi Sung Wook.. Yani Choi Sang-ho'nun babası Mi-cha'yı tehdit etmiş. Şirketimiz ve ailemiz için zararlı çıkacağımızı düşündüğümden bu kararı verdim.



Eun Chae'nin içi rahatlamıştı. Gülümseyerek Seo Jin'in elinden tuttu.



- Bu sorun tamamen çözüldü. Sang-ho kimseyle evlenmiyor. Choi Sung Wook Mi-cha ve Sang-ho'yu kendi haline bıraktı. Evinize gönül rahatlığıyla geri dönebilirsiniz inanın bana.



Bayan Seo Jin neşeyle çığlık atıp Eun- Chae'nin elini sıktı.



- Sahi mi?



- Evet, güvenin bana. Şimdi izninizle Mi-cha ile konuşmak istiyorum. Ah sahi ismimi söylemeyi unuttum. Bana Eun Chae diyebilirsiniz.



*~~~~~~*~~~~~~*



Sang-ho duştan çıkıp giyinecekken Eun'un sesini duydu.



- Akşama kadar uyudun. Gel artık.



Sang-ho havluyla saçını karıştırarak portakal suyu almak için mutfağa yöneldi. Bir yandan da Eun'a bağırarak cevap veriyordu.



- Geliyorum, tamam.



Salona girer girmez donup kaldı. Eun Chae ağzını açıp hızla Mi-cha'ya döndü ve eliyle Mi-cha'nın gözlerini kapattı.



- Sang-ho, bornozla gel dememiştim. Kızın karşısına böyle mi çıkacaksın?



Sang-ho bağırarak içeri kaçtı. Eun Chae Mi-cha'nın gözlerinden elini çekip kahkaha atmaya başladı. Mi-cha çok utanmıştı. Eun'a baktıkça o da gülmeye başladı.



*~~~~~~*~~~~~~*



Eun Chae hala kahkaha atıyordu. Sang-ho elindeki çatalı hızla masaya vurdu.



- Gülme artık anne.



Eun Chae kendini tutarak gülmemeye çalıştı.



- Tamam tamam haklısın.



Mi-cha başını öne eğip gülmemek için dudağını ısırıyordu. Eun Chae'nin sesiyle irkildi.



- Yemeğini soğutma Mi-cha.



- Şey, tamam efendim.



Eun Chae dudağını büzüp kaşlarını çattı.



- Efendim de ne demek? Anne de bana.



- Ama..



Sang-ho çocuk gibi kollarını birbirine bağlayıp sandalyesine yaslandı.



- Hayır. Ona sadece ben anne derim.



Eun-chae gözlerini kocaman açarak Sang-ho'ya baktı.



- Hayır beyefendi o da diyecek.



- Demeyecek!



- Diyecek!



- Neden getirdin onu buraya? İstemiyorum, gitsin.



Mi-cha başını öne eğdi. Eun Chae hemen ayağa kalkıp Sang-ho'nun kulağını çekti.



- Ne dedin bir daha söyle.



- Ahhh. Anne ben çocuk muyum?



Eun Chae elini Sang'ho'nun kulağından çekti.



- Özür dilemeye geldi. Sen de ondan özür dile ve barışın.



Sang-ho omuzlarını sallayıp kaşlarını çatarak konuşmaya devam etti.



- Ben barışmam! O benim resimlerimi duvarından sökmüş.



Eun-chae tekrar kulağından çekti.



- Ahh. Anne niye onun kulağını çekmiyorsun?



- Sen benim oğlumsun.



- Hani o da sana anne diyecekti? Onun kulağını da çek. Ahh..



- Barışacak mısınız?



Mi-cha başını kaldırıp dudaklarını ısırarak acı çeken Sang-ho'ya baktı. Bir anda sesini yükseltti.



- Özür dilerim!



Eun Chae elini Sang-ho'nun kulağından çekip Mi-cha'ya sırıtarak baktı.



- Kıyamadın değil mi?



Mi-cha utangaç bir tavırla başını tekrar öne eğdi. Sang-ho ona bakıyordu.



- İki şartım var affetmek için.



Mi-cha ve Eun-chae Sang-ho'ya meraklı gözlerle baktılar. Sang-ho kollarını birbirine bağlayıp çenesini yukarı kaldırdı.



- Birincisi odasına resimlerimi tekrar yapıştıracak, ikincisi yeniden bir mektup yazacak.



Mi-cha dudaklarını büzdü.



- Tamam, kabul ediyorum.



Sang-ho sırıtmamak için kendisini zor tutuyordu.



- İyi o zaman. Affediyorum.



Eun chae gülümseyerek elini çırptı.



- Aferin size koca bebeklerim. Hadi kalkın sofradan. Çabuk çabuk çabuk.



Sang-ho ve Mi-cha hiçbirşey anlamadıklarından saf saf ona baktılar. Eun Chae koşarak ikisinin ceketini getirdi.



- Hadi kalkın. Çok yediniz. Çıkın biraz gezin.



Sang-ho meyvesuyundan bir yudum alıp ceketini giydi ve anahtarını slmaya gitti.. Geldiğinde Mi-cha'ya baktı.



- Hazır mısın Çilek Kız?



Mi-cha "Çilek Kız" olarak çağırılmayı özlediğini farketmiştii. Gülümseyerek başını evet anlamında salladı. Sang-ho sırıtarak hızla Mi-cha'nın koluna girdi.



- Pekala, gidelim o zaman.



*~~~~~*~~~~~*



John yanaklarını şişirip üfledi ve kendisine şeker yedirmeye çalışan Yoo Ji Hyo'ya baktı.



- İstemiyorum diyorum.



Yoo Ji Hyo ayaklarını yere vurup çocuksu bir ifadeyle kaşlarını çattı.



- Bu şekeri senin için almıştım.



- Alma demiştim.



- Ama ikimiz de yiyelim.



- İstemiyorum diye bir laf var. Anlamını öğrenmek ister misin?



- Eğer almazsan John, Ji Hyo'yu seviyor diye bağırırım.



John gözlerini kocaman açtı.



- Saçmalama.



- Peki, gör o zaman.



Ji Hyo tam baçıracakken John eliyle onun ağzını kapattı.



- Of tamam ver şekeri.



Yoo Ji Hyo gülerek şekeri uzattı. John iğrenerek şekeri ağzına alıp söylenmeye başladı.



- Çocuk gibi şeker yiyorum of.



- Şu an lunaparktayız. Kimse yadırgamaz korkma.



- İçim nasıl da rahatladı anlatamam. Sağol



Yoo Ji Hyo onu umursamayıp koluna girdi ve çeke çeke ok atışlarının olduğu yere götürdü. Hızla John'a döndü.



- Oppaa~ bana oyuncak alabilir misin?



- Hayır.



- Biliyordum beceriksiz olduğunu. Alamazsın tabi.



John kaşlarını çattı.



- Sen kime beceriksiz diyorsun.?



Ji Hyo ağzındaki şekeriyle basitçe cevapladı.



- Sana.



-Hiç de bile. Gör bak nasıl alacağım.



- Alamazsın.



- Alırım.



John atış yapmak için birkaç ok aldı. Yoo Ji Hyo kenarda gülerek ona bakıyordu. Bu arada Sang-ho gözüne takıldı. Hemen ellerini yukarı kaldırıp kendisini görmesi için salladı.



- Hey Sang-ho, buraya gelin.



Mi-cha ve Sang-ho onları görünce hızla yanlarına gittiler. Yoo Ji Hyo Sang-ho ve Mi-cha'ya eğildi.



- Oppa atış yapacak. Laf aramızda hiç umudum yok.



John atış yaptı ve vurduğu numaranın sonucunu öğrenmek için adamın yanına gitti.



- Tebrikler, şurdaki kahverengi oyuncak köpeği kazandınız.



John sırıtarak köpeği kucağına aldı ve Yoo Ji Hyo'ya verdi. Ji Hyo hızla John'un boynuna atladı.



- Oppa muhteşemsin. Teşekkürler



John'un gözleri kocaman oldu. Sang-ho ve Mi-cha belli etmeden kıkır kıkır gülmeye başladılar.



- Hey! Ne yapıyorsun. Herkes bize bakıyor.



Yoo Ji Hyo geri çekilip John'un elinden oyuncak köpeği çekti ve konuşmasına devam etti



- Oppa hadi korku tüneline gidelim.



- Sen git ben gelmiyorum.



Yoo Ji Hyo kaşlarını çattı. Sonra hafifçe gülümseyerek John'u yanağından öptü ve koşarak tünelin olduğu yere gitmeye başladı. Bir yandan da bağırıyordu.



- 2 kişilik bilet alacağım. Çabuk gel.



Sang-ho gülümseyerek John'un koluna vurdu.



- Bence git. Korkar tek başına.



Mi-cha John'a yaklaşıp kulağına fısıldadı.



- Bana söylediğini hatırlıyor musun? Seni seveni sevmeyi bilmelisin.



John Mi-cha'ya bakıp başını zorlukla tamam anlamında salladı. Sonra gülümseyerek Yoo Ji Hyo'nun arkasından bağırdı.



- Geliyorum baş belası.



Umarım beğenerek okumuşsunuzdur ^^

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder