28 Mayıs 2011 Cumartesi

Playboy (2. Bölüm)

[2.Bölüm]



Sang-ho'nun müthiş uykusunu ısrarla çalan telefonu bozmuştu. Uykudan gözlerini açacak hali yoktu. Eliyle yoklayarak kim olduğuna bakmadan açıp yavaşça kulağına götürdü:



-Ne var be!



-Sang-ho!!!



Telefonun ucundaki kızgın sesi duyunca hemen sıçradı.



-Baba?



-Hay babanın beki! Daha kaç kez söylemem lazım dikkatli ol diye. Tüm gazeteler seni konuşuyor.!



-Ne?! Yine mi? Ama bu kez hiçbirşey yapmadım, dün bara bile gitmedim.



-Kucağındaki o şapşal kim o zaman?



Sang-ho bir iki saniye düşündükten sonra dün gece olanları hatırladı:



"- Hadi al şunu kucağına bizim eve gidiyoruz

- Ben taşıyamam. Kolum ağrıyor. Sen daha güçlüsün hem. Sen taşı.

-Başıma ne bela açtın sersem. İyi tamam. Arabayı hazırla"



Dün dövülen kadını kucağına alıp arabaya kadar taşımıştı ve evine gwtirmişti.



-Hay anasını..! Kore paparrazileri de bir soluk vermiyor. Hemen nasıl çekmiş adiler!



-Onlara hakaret etmeyi bırak da söyle kim o kız?



-Tanımıyorum.



-Hah! Tanrı aşkına ben ne bekliyorum ki?



- Sung-wook bu öyle değil.

(Sang-ho çoğu zaman babasına adıyla hitap ederdi.)



-Nasıl öyle değil? O kızla yattın mı doğru söyle?



-Hayır be. Yolda bizden yardım istedi ve bayıldı. Mecbur kaldık John ile.



- Nesin sen? Robin Hood mu? Ne diye yardım ediyorsun tanımadığın kızlara. Magazin köşelerinde "Choi Sang-ho" adını görmekten bıktım artık. Sadece senin adın çıksa iyi, ama "Ünlü iş adamı Choi Sung-wook'un oğlu" olarak bahsediyorlar. Şirketin kariyerini sarsmak mı istiyorsun? Aptal!!



-Bana bağırma!



-Evini elinden alıyorum.



Sang-ho yatağından sıçradı.



-Hayır!! Yapamazsın!



- Öyle bir yaparım ki görürsün! Bir şartla evin sende kalır.



Sang-ho gözlerini kapatıp bir oh çekti.



-Neymiş o şartın?



-Tüm derslerin yüksek gelecek. Kendi bölümünde dereceye gireceksin.!



- Ne!!



Choi Sung-wook telefonu kapatmıştı bile.

Sang-ho telefonunu yere fırlattı. Eliyle saçlarını karıştırdı.



-Aissssh lanet girsin bunak!!



-Sabah sabah neden bu kadar bağırıyorsun?



Sang-ho kafasını kaldırıp sesin geldiği yere, kapıya baktı. Gözlerini devirip ayağa kalktı mutfağa yöneldi.



-Seni ilgilendirmez. Birşeyler atıştır ve defol evimden.



-Çok sert ama bir o kadar da yakışıklısın.



Sang-ho olduğu yerde durdu. Yüzünde o alaycı gülümsemesi belirdi yine. Dönüp yavaşça kıza yaklaştı. Kızsa hayran hayran hayran Sang-ho'yu izliyordu. Sang-ho tek elini duvara dayayıp kıza doğru eğildi.



-Beni yakışıklı mı buluyorsun.?



-Evet dedi kız kendinden emin bir tavırla. Erkekleri baştan çıkarmaya alışmıştı naaıl olsa.



-Benden hoşlandığını da söylersin şimdi?



-Senden hoşlanıyorum deyip dudağını Sang-ho'ya yaklaştırdı.



Sang-ho alaycı alaycı gülüp işaret parmağıyla kızın alnını itip kendisinden uzaklaştırdı.



- Nesin sen? Juliet mi? Benimle birlikte olmak gbi bir düşüncen olmasın sakın. Senin gibi sokak malı hiç ilgimi çekmiyor.



Kız öfkeyle Sang-ho'ya baktı.



Sang-ho umursamadan kendisine bir sandiviç hazırlayım koltuğa zıpladı. Bu arada kız yavaşça yanına sokuldu.



-Dün beni kurtardığın için ne kadar teşekkür etsem az.



Sang-ho dolu ağzıyla televizyona bakarak konuştu:



- Biliyorum.



Kızın yüzü düştü. Sonra tekrar gülümsemeyi denedi.



-Beni dövülmekten kurtararak öyle bir iyilik yaptın ki.



Sang-ho kafasını kıza çevirdi. Kahkaha attıkça ağzındaki yiyecekler kızın yüzüne tükürük şwklinde gidiyordu.



-Hahaha. Ben seni dayaktan kurtarmadım ki kızım. Adam süper bir şekilde seni dövdü, yorulunca gitti, sen de eşek ölüsü gibi serildin yere.



-Biraz kibar olmayı deneyemez misin? !



-Sen kimsin ki?



-Adım Nuri.



Sang-ho kahkahayı bastı.



-Ne var ne gülüyorsun?



-Türkiye'de tanıştığım bir adamın adı da Nuri'ydi kendisi baya abzazaydı



Kız saf saf Sang-ho ya baktı.



-Abzaza mı? O ne demek?



-Abaza mıydı abzaza mıydı hatırlamıyorum ama sen onların kız versiyonu oluyorsun. Her neyse defol evimden.



Kız Sang-ho'nun çıplak göğsüne sarılıp kafasını yasladı.



-Senden çok hoşlandım. Lütfen böyle davranma.



-Pekala, davranış stilimi değiştiriyorum. Bu işe yaramıyor.



Kızın birden gözleri parladı. Kafasını kaldırıp yüzünü Sang-ho'nunkine yakınlaştırdı.



-Sahi mi Oppa?



Sang-ho alaycı gülümseyerek kafasını evet anlamında salladı.



-Elbiselerinin hepsi üstündekiler değil mi?



-Evet, neden sordun?



-Gel benle.



Kız amacına ulaştığını düşünerek sırıtıyordu. Sang-ho bir eliyle kızın gözünü kapattı, diğer eliyle bileğinden tutarak kapıya götürdü.



-Hadi bebeğim dışarı. Daha da gelme, yoksa dünkü dayağı arattırırım sana. Deyip kapıyı suratına çarptı.



Kız burdundan soluyordu. Yüzüne çarpılan kapıya sinirle baktı.



-Benden kurtuluş bu kadar kolay olmayacak. Benim olacaksın!





~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~



-Ben öleyim, ahhh öleyim!!



-Sang-ho başında saç kalmadı yeter artık. Ayrıca önümde bir oraya bir buraya yürümeyi kes. Kızlara bakamıyorum.



-Hay senin kızlarına, gerizekalı!



-Ben napabilirim şimdi söyler misin? Öyle bir pedere sahip olan sensin bana niye çatıyorsun?



-Evim elimden alınırsa biterim. Karizmam sıfıra düşer. Hangi kızı babamla kaldığımı öğrenince evime getirmeye ikna edebilirim söyler misin?



-Hiçbir kızı. Mecbur derslerine çalışacaksın. Of of of vay anam vay şu bacağa bak be. Çekil önümden Sang-ho. Manzara o biçim.



- Seni kuş beyinli sersem! Ancak kedinin ciğere baktığı bibi bakarsın böyle. Faaliyet kısmında hiçbir hareket yok ama.



-Bana bak ileri gitme. Hep hakaret ediyorsun. Sen kendini çok mu yakışıklı sanıyorsun?



Sang-ho sırıttı ve kendinden emin bir tavırla kollarını birbirine bağladı.



-Evet, çünkü yakışıklıyım.



John dudağını büzdü. Gerçekten de yakışıklıydı. Sonra tekrar Sang-ho ya döndü



-Her kızı ayarlayacağına mı inanıyorsun?



Sang-ho yine sırıttı:



-Evet.



-Var mısın iddeaya?



-Varım.



-Benim seçtiğim bir kızı ayarlayacaksın.



-Peki.



-Kaybeden kazananın bir aylık bar ücretini üstlenecek.



-Haha Pekala, bana uyar. Hadi seç bakalım.



John dikkatlice etrafındaki kızlara baktı. Aradan 5 dakika geçmişti ama hala zor ya da Sang-ho nun çıktıkları kadar çok güzel bir kız görememişti.



-Noldu mal? Hadi seç de ayarlayayım iki dakikada.



-Derse geç kalacağız tenefüste söylerim. Sınıfa çıkalım.



- Tanrım hala tenefüs, ders lafını kullanıyorum. İlkokul çocuğu gibiyim aiisssh lanet olsun!



Sang-ho yol bahçeden içeri girene kadar söylenip duruyordu. Tabi John onu hiç dinlemiyor sağında solunda gördüğü kızlara göz kırpıp laf atıyordu.



- Mimarlık benim neyime! Ne beyinsizim seçe seçe bu bölümü seçtim. Peder derece yapmamı bekliyor bide aissshhh.



Birden Sang-ho'nun eline bir defter sokuşturdu biri.



-Tut şunu..



-Ne oluyor be?



Kafasını yana çevirdi. Çocuk gibi kıyafetler giyinmiş bir kız harıl harıl ayakkabısının bağcığını bağlıyordu.



-Ahh geç kaldım.



John ve Sang-ho neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Kocaman gözlerle kıza bakıyorlardı.



-Ohh bitti.



Birden kız ayağa fırlayıp Sang-ho'nun elinden defteri çekti. Ve koşarak üst kata çıktı. Giderken bağırdı.:



-Teşekkürler!



-Vay anasını sayın seyirciler. Kız bir içim suydu. O ne güzel bir yüzdü tanrım çarpıldım. Sen de gördün mü Sang-ho?



-Hayır, neye uğradığımı şaşırdım. Kız, yüzüne bakacak fırsatı vermedi ki.O kim oluyor hem. Ne şapşallarla dolu bu okul. Gebermek istiyorum. Yürü gidelim sınıf denen cehenneme.



Sang-ho merdivenlere doğru yönelirken John arkasından bağırdı.



-Bu kızı ayarla da göreyim.



Umarım beğenmişsinizdir ^^" 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder