28 Mayıs 2011 Cumartesi

Playboy (12. Bölüm)

[12.Bölüm]



Sang-ho esneyerek gözlerini yavaşça açtı. Song Mi-cha onun dizlerinde mışıl mışıl uyuyordu. Sang-ho bir müddet onun melek uykusunu izledi. Ellerini yavaşça Mi-cha'nın saçlarına götürüp okşamaya başladı. Mi-cha'nın gülümsediğini farketti.



- Saçlarımı mı okşuyorsun?



Sang-ho hemen elini onun saçlarından çekti. Mi-cha gözlerini açıp gülümseyerek ona baktı.



-Hayır, okşamıyordum. Saçına yaprak, küçük otlar düşmüş onları temizliyordum.



-O zaman şimdi okşar mısın?



Sang-ho yutkundu. Bu arada John gelip onların yanına oturdu ve Mi-cha'nın alnına bir öpücük kondurdu.



-Günaydın Mi-cha, günaydın Sang-ho.



Mi-cha ve Sang-ho John'un bu ani hareketine çok şaşırmışlardı. Sang-ho donuk bir sesle "günaydın" dedikten sonra Mi-cha'nın başını dizlerinden kaldırıp ayağa kalktı.



-Sang-ho nereye?



-Hava alacağım.



John ve Mi-cha bir süre Sang-ho'nun arkasından baktı. Daha sonra John Mi-cha'ya gülümseyip birden ellerini çarptı.



-Bil bakalım senin için ne yaptım?



Mi-cha'nın aklı hala Sang-ho'daydı ama belli etmemek için gülümsemeye çalıştı.



-Ne yaptın?



John hızla ayağa kalkıp yan çadırın içine girdi ve birkaç saniye sonra elinde bir tepsiyle çıkıp Mi-cha'nın yanına geldi. Mi-cha tepsidekileri görünce gözleri büyüdü.



-J..john, bunların hepsini sen mi yaptın?



John kocaman gülücükler saçıyordu.



-Evet. Güne güzel bir kahvaltıyla başlaman gerektiğini düşündüm. Çilek reçeli, portakal suyu, sandviç, sosis...



-İnanmıyorum. Nefis görünüyorlar.



-Beğendin mi?



-Hem de çok. Şey ama...diğerleriyle kahvaltı yapmamız daha doğru olmaz mıydı?



-Hiçbiri benim sana hazırladığım kahvaltı kadar sağlıklı ve nefis olmaz emin ol. Hadi başla.



-Tamam ama sen de benimle ye.



-Peki.



*~~~~~~*~~~~~~*



-Immm.. Nefisti John, çok teşekkür ederim.



-Beğenmene sevindim. Umarım beni affetmişsindir. Söz veriyorum seni incitecek hiçbirşey yapmayacağım artık.



Mi-cha hafifçe gülümsedi.



-Unuttum bile.



-Birazdan herkes uyanır. Kahvaltı delillerini ortadan kaldırıp biraz dolaşmaya ne dersin?



Mi-cha gülüp kafasını "tamam" anlamında salladı.



*~~~~~~*~~~~~~*



Sang-ho gölün kıyısına oturup telefonunda oyun oynuyordu. Telefonu çalmaya başlayınca oyun durdu.



-Off Myeong-dae, oyunumu mahvettin. Burdan teşekkürlerimi fışkırtıyorum.



-Şuna bak sen. Biz adamı düşünüp arayalım, o bize sitem etsin.



Sang-ho seslice gülüp çimenlerin arasına uzandı.



-Şaka yaptık be. Alınma hemen.



-Bu saatte uyanık olacağını biliyordum. Seninle kamp yaptığımızda da erkenden kalkar gezerdin. Eminim şu an gölün kıyısındasındır.



Sang-ho şaşırdı. Sonra tekrar gülüp yerde bacak bacak üstüne attı.



-Benim hakkımda ne çok şey biliyormuşsun meğer.



-Biliyorum tabi. Şu an uzanmış bacak bacak üstüne atmışsındır kesin.



Sang-ho doğrulup arkasına baktı. Uzaktan Myeong-dae'yi görünce telefonu kapatıp yanına koştu ve sarıldı.



-Seni pislik, benim hakkımda ne çok şey biliyor diye düşünmüş,sevinmiştim.



-Yanılıyorsun, ben senin hakkında gerçekten çok şey biliyorum. Mesela burda olma sebebim de bu... Yalnız kalacağını hissettim ve geldim.



Sang-ho Myeong-dae'ye gülümsedi.



-Teşekkürler dostum. Sırtındaki çantalardan birini ver. Kamp alanına gidelim.



-Bir an hiç teklif etmeyeceksin sandım. Kolum koptu.



Sang-ho ve Myeong-da gölün kenarından kanp alanına doğru yürümeye başladılar. Bu arada uzaktan bir çıtırtı geldi. İki kişi konuşarak geliyordu. Bunların Jıhn ve Mi-cha olduğunu görünce Sang-ho gözlerini devirip Myeong-dae'nin koluna vurdu.



-Hadi gidelim.



Sang-ho yürümeye başladı. Myeong-dae her zaman Sang-ho'nun yüz ifadesinden ne hissettiğini anlayabiliyordu. Ona yardım etmek istese de elinden birşey gelmiyor bu durum onu da çok üzüyordu. Sessizce Sang-ho'nun peşine takılıp John ve Mi-cha'yı izlemeye başladı. Sang-ho da onları izliyor, bir yandan da yürüyordu fakat John ve Mi-cha'nın bundan haberi yoktu. Gölün güzelliğine dalmışlardı.



-John, şu güzelliğe bak.



-Evet çok güzel.



-Keşke yüzme bilseydim.



-O zaman çok eğilme. Göl derin gibi sanki...



-Tamam.



Gölün kenarında yürümeye devam ettiler.



-Ah, John gördün mü küçük bir balık atladı.



-Hani nerde?



-Şur...



Mi-cha sözünü bitirmeden ayağı kaymaya başladı. Tam düşecekken ani bir hareketle John Mi-cha'yı kendisine çekip sarıldı. İkisi de çok korkmuştu. John Mi-cha'ya daha sıkı sarılıp baçırmaya başladı.



-Mi-cha sana dikkatli ol demiştim!!



Mi-cha'nın korkudan John'a sıkıca sarıldı. Gözleri dolu doluydu.



-Teşekkür ederim John...



John derin bir nefes alıp sakinleşti.



-Özür dilerim bağırdığım için ama sana birşey olacak diye çok korktum.



Myeong-dae yere bakarak yürüdüğünden Sang-ho'nun durduğunu farketmedi ve yanlışlıkla çarptı.



-Deli misin be? Yürüsene. Altıma alacaktım az kalsın.!



Sang-ho boş boş bir yere bakıyordu. Myeong-dae yavaşça kafasını onun baktığı yere çevirdi. John ve Mi-cha birbirlerine sıkıca sarılmışlardı.

Myeong-dae tekrar kafasını Sang-ho'ya çevirip yutkundu. Bakışlarından ne hissettiğini anlayabiliyordu. Sang-ho önüne dönüp donuk bir sesle Myeong-dae'ye seslendi.



-Ben gidiyorum.



Myeong-dae birşey diyemiyordu. Gitmesi onun için daha iyi olqcaktı.



-Peki, ben de geliyorum. Kahvaltımızı bende yaparız. Hadi Sang-ho, gidelim...



*~~~~~~*~~~~~~*



John Mi-cha'yla birlikte kamp alanına geldi. Sang-ho'nun olan çadır kalkmıştı. Mi-cha hemen kahvaltı hazırlayanlara döndü.



-Choi Sang-ho nerde?



-Az önce bir arkadaşıyla gittiler güzelim. Hey, sosisleri yakacaksın çevirsene!



Mi-cha olduğu yerde kalmıştı. Sang-ho'nun bu tür tavırlarına hiç bir anlam veremiyordu. John'dan uzaklaşıp kendisini çadırına kapattı.



*~~~~~*~~~~~*



John akşama kadar çadırında Sang-ho ve Mi-cha'yı düşündü. Telefonu çaldı. Arayan Myeong-dae'ydi.



-Alo?



-John, müsait misin?



-Evet..



-Konuyu çok uzatmadan sana bir soru soracağım. Sang-ho'nun Song Mi-cha'yı sevdiğini biliyorsun,değil mi?



John sustu. Hiçbirşey söylemek istemiyordu.

Myeong-dae derin bir nefes alıp devam etti.



-İkiniz de benim arkadaşımsınız. İkinizin de mutluluğu benim için önemli. İkinizden biri unutma fedakarlığında bulunacak. Song Mi-cha'nın Sang-ho'dan hoşlandığını biliyorsun. Sence de fedakarlık yapması gereken...



John daha fazla dinlemek istemediğinden telefonu Myeong-dae'nin yüzüne kapattı.



*~~~~~~*~~~~~~*



-Mi-cha?



-Sang-ho? Neden erken gittin?



-Canım sıkıldı. Sana ne?



-Tamam kızma. O zaman...neden aradın?



Sang-ho baygınca odasının duvarına yaslanmıştı. Mi-cha'nın sesini duymak istemişti. Bu yüzden aradığını söyleyemiyordu. Onun sesini duydukça boğazında birşeyler düğümlendiğini hissetti..



-Uyuyamıyorum... Yardımına ihtiyacım var.



Mi-cha iç çekti.



-Nasıl uyuyacağını biliyorsun değil mi? 3 deyince...



Birlikte yıldızları izleyerek uyudukları aklına geldi.. Sang-ho'nun sesi titremeye başladı.



-Biliyorum Mi-cha..



Mi-cha yavaşça saydı..



-1.......2.......3....



Sang-ho elindeki telefonu bırakıp gözlerini yavaşça kapattı ve bir damla yaş yanaklarından yavaşça süzüldü.



*~~~~~~*~~~~~~*



-1 Hafta Sonra-



Sang-ho sabah çalan zille uyanıp yavaşça kapıya geldi. Esneyerek kapıyı açtı. Karşısında John'u ve bir kızı görünce şaşkın şaşkın ona baktı.

John elindeki T-short'u Sang-ho'ya uzattı.



-Bunu kampta unutmuşsun.



-Kamp bitti mi? Herkes döndü mü?



-Herkesi bilmem ama ben döndüm.



Sang-ho sinirle John'a baktı.



-Kim bu kız?



-Tanıştırayım, sevgilim...



Sang-ho'nun gözleri büyüdü. Bu arada telefonu çaldı. Arayan Myeong'du.



-Sang-ho, dönenlerin arasında Mi-cha yokmuş, annesine babasına şimdilik birşey söylemiyorlar. John ile orda mı kaldı acaba?



Sang-ho telefonu kapatıp sinirle John'a yaklaştı ve sert bir yumruk attı. Yanındaki kız küçük çığlıklar atıyordu. Sang-ho John'un yakasından tuttu.



-Adi herif! Ona olan sevgine inanmıştım. Onu orda tek başına nasıl bırakırsın. Lanet olsun!



Sang-ho ceketini alıp hızla arabasına atladı ve kamp alanına geldi. Bir yandan avazı çıktığı kadar bağırıyor, bir yandan da ormanlık alanda koşuyordu.



-Mi-cha!! Song Mi-cha!! Ses ver.



Hiç ses gelmiyordu. Sang-ho ormanlık alanın sonuna geldiğinde orda adeta donup kaldı. Karşısında sadece göl vardı ve Mi-cha'nın yüzemediği aklına geldi. Diz üstü çöküp avazı çıktığı kadar bağırdı.



-Mi-cha!!!



Umarım beğenirsiniz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder