[12.Bölüm]
Sang-ho esneyerek gözlerini yavaşça açtı. Song Mi-cha onun dizlerinde mışıl mışıl uyuyordu. Sang-ho bir müddet onun melek uykusunu izledi. Ellerini yavaşça Mi-cha'nın saçlarına götürüp okşamaya başladı. Mi-cha'nın gülümsediğini farketti.
- Saçlarımı mı okşuyorsun?
Sang-ho hemen elini onun saçlarından çekti. Mi-cha gözlerini açıp gülümseyerek ona baktı.
-Hayır, okşamıyordum. Saçına yaprak, küçük otlar düşmüş onları temizliyordum.
-O zaman şimdi okşar mısın?
Sang-ho yutkundu. Bu arada John gelip onların yanına oturdu ve Mi-cha'nın alnına bir öpücük kondurdu.
-Günaydın Mi-cha, günaydın Sang-ho.
Mi-cha ve Sang-ho John'un bu ani hareketine çok şaşırmışlardı. Sang-ho donuk bir sesle "günaydın" dedikten sonra Mi-cha'nın başını dizlerinden kaldırıp ayağa kalktı.
-Sang-ho nereye?
-Hava alacağım.
John ve Mi-cha bir süre Sang-ho'nun arkasından baktı. Daha sonra John Mi-cha'ya gülümseyip birden ellerini çarptı.
-Bil bakalım senin için ne yaptım?
Mi-cha'nın aklı hala Sang-ho'daydı ama belli etmemek için gülümsemeye çalıştı.
-Ne yaptın?
John hızla ayağa kalkıp yan çadırın içine girdi ve birkaç saniye sonra elinde bir tepsiyle çıkıp Mi-cha'nın yanına geldi. Mi-cha tepsidekileri görünce gözleri büyüdü.
-J..john, bunların hepsini sen mi yaptın?
John kocaman gülücükler saçıyordu.
-Evet. Güne güzel bir kahvaltıyla başlaman gerektiğini düşündüm. Çilek reçeli, portakal suyu, sandviç, sosis...
-İnanmıyorum. Nefis görünüyorlar.
-Beğendin mi?
-Hem de çok. Şey ama...diğerleriyle kahvaltı yapmamız daha doğru olmaz mıydı?
-Hiçbiri benim sana hazırladığım kahvaltı kadar sağlıklı ve nefis olmaz emin ol. Hadi başla.
-Tamam ama sen de benimle ye.
-Peki.
*~~~~~~*~~~~~~*
-Immm.. Nefisti John, çok teşekkür ederim.
-Beğenmene sevindim. Umarım beni affetmişsindir. Söz veriyorum seni incitecek hiçbirşey yapmayacağım artık.
Mi-cha hafifçe gülümsedi.
-Unuttum bile.
-Birazdan herkes uyanır. Kahvaltı delillerini ortadan kaldırıp biraz dolaşmaya ne dersin?
Mi-cha gülüp kafasını "tamam" anlamında salladı.
*~~~~~~*~~~~~~*
Sang-ho gölün kıyısına oturup telefonunda oyun oynuyordu. Telefonu çalmaya başlayınca oyun durdu.
-Off Myeong-dae, oyunumu mahvettin. Burdan teşekkürlerimi fışkırtıyorum.
-Şuna bak sen. Biz adamı düşünüp arayalım, o bize sitem etsin.
Sang-ho seslice gülüp çimenlerin arasına uzandı.
-Şaka yaptık be. Alınma hemen.
-Bu saatte uyanık olacağını biliyordum. Seninle kamp yaptığımızda da erkenden kalkar gezerdin. Eminim şu an gölün kıyısındasındır.
Sang-ho şaşırdı. Sonra tekrar gülüp yerde bacak bacak üstüne attı.
-Benim hakkımda ne çok şey biliyormuşsun meğer.
-Biliyorum tabi. Şu an uzanmış bacak bacak üstüne atmışsındır kesin.
Sang-ho doğrulup arkasına baktı. Uzaktan Myeong-dae'yi görünce telefonu kapatıp yanına koştu ve sarıldı.
-Seni pislik, benim hakkımda ne çok şey biliyor diye düşünmüş,sevinmiştim.
-Yanılıyorsun, ben senin hakkında gerçekten çok şey biliyorum. Mesela burda olma sebebim de bu... Yalnız kalacağını hissettim ve geldim.
Sang-ho Myeong-dae'ye gülümsedi.
-Teşekkürler dostum. Sırtındaki çantalardan birini ver. Kamp alanına gidelim.
-Bir an hiç teklif etmeyeceksin sandım. Kolum koptu.
Sang-ho ve Myeong-da gölün kenarından kanp alanına doğru yürümeye başladılar. Bu arada uzaktan bir çıtırtı geldi. İki kişi konuşarak geliyordu. Bunların Jıhn ve Mi-cha olduğunu görünce Sang-ho gözlerini devirip Myeong-dae'nin koluna vurdu.
-Hadi gidelim.
Sang-ho yürümeye başladı. Myeong-dae her zaman Sang-ho'nun yüz ifadesinden ne hissettiğini anlayabiliyordu. Ona yardım etmek istese de elinden birşey gelmiyor bu durum onu da çok üzüyordu. Sessizce Sang-ho'nun peşine takılıp John ve Mi-cha'yı izlemeye başladı. Sang-ho da onları izliyor, bir yandan da yürüyordu fakat John ve Mi-cha'nın bundan haberi yoktu. Gölün güzelliğine dalmışlardı.
-John, şu güzelliğe bak.
-Evet çok güzel.
-Keşke yüzme bilseydim.
-O zaman çok eğilme. Göl derin gibi sanki...
-Tamam.
Gölün kenarında yürümeye devam ettiler.
-Ah, John gördün mü küçük bir balık atladı.
-Hani nerde?
-Şur...
Mi-cha sözünü bitirmeden ayağı kaymaya başladı. Tam düşecekken ani bir hareketle John Mi-cha'yı kendisine çekip sarıldı. İkisi de çok korkmuştu. John Mi-cha'ya daha sıkı sarılıp baçırmaya başladı.
-Mi-cha sana dikkatli ol demiştim!!
Mi-cha'nın korkudan John'a sıkıca sarıldı. Gözleri dolu doluydu.
-Teşekkür ederim John...
John derin bir nefes alıp sakinleşti.
-Özür dilerim bağırdığım için ama sana birşey olacak diye çok korktum.
Myeong-dae yere bakarak yürüdüğünden Sang-ho'nun durduğunu farketmedi ve yanlışlıkla çarptı.
-Deli misin be? Yürüsene. Altıma alacaktım az kalsın.!
Sang-ho boş boş bir yere bakıyordu. Myeong-dae yavaşça kafasını onun baktığı yere çevirdi. John ve Mi-cha birbirlerine sıkıca sarılmışlardı.
Myeong-dae tekrar kafasını Sang-ho'ya çevirip yutkundu. Bakışlarından ne hissettiğini anlayabiliyordu. Sang-ho önüne dönüp donuk bir sesle Myeong-dae'ye seslendi.
-Ben gidiyorum.
Myeong-dae birşey diyemiyordu. Gitmesi onun için daha iyi olqcaktı.
-Peki, ben de geliyorum. Kahvaltımızı bende yaparız. Hadi Sang-ho, gidelim...
*~~~~~~*~~~~~~*
John Mi-cha'yla birlikte kamp alanına geldi. Sang-ho'nun olan çadır kalkmıştı. Mi-cha hemen kahvaltı hazırlayanlara döndü.
-Choi Sang-ho nerde?
-Az önce bir arkadaşıyla gittiler güzelim. Hey, sosisleri yakacaksın çevirsene!
Mi-cha olduğu yerde kalmıştı. Sang-ho'nun bu tür tavırlarına hiç bir anlam veremiyordu. John'dan uzaklaşıp kendisini çadırına kapattı.
*~~~~~*~~~~~*
John akşama kadar çadırında Sang-ho ve Mi-cha'yı düşündü. Telefonu çaldı. Arayan Myeong-dae'ydi.
-Alo?
-John, müsait misin?
-Evet..
-Konuyu çok uzatmadan sana bir soru soracağım. Sang-ho'nun Song Mi-cha'yı sevdiğini biliyorsun,değil mi?
John sustu. Hiçbirşey söylemek istemiyordu.
Myeong-dae derin bir nefes alıp devam etti.
-İkiniz de benim arkadaşımsınız. İkinizin de mutluluğu benim için önemli. İkinizden biri unutma fedakarlığında bulunacak. Song Mi-cha'nın Sang-ho'dan hoşlandığını biliyorsun. Sence de fedakarlık yapması gereken...
John daha fazla dinlemek istemediğinden telefonu Myeong-dae'nin yüzüne kapattı.
*~~~~~~*~~~~~~*
-Mi-cha?
-Sang-ho? Neden erken gittin?
-Canım sıkıldı. Sana ne?
-Tamam kızma. O zaman...neden aradın?
Sang-ho baygınca odasının duvarına yaslanmıştı. Mi-cha'nın sesini duymak istemişti. Bu yüzden aradığını söyleyemiyordu. Onun sesini duydukça boğazında birşeyler düğümlendiğini hissetti..
-Uyuyamıyorum... Yardımına ihtiyacım var.
Mi-cha iç çekti.
-Nasıl uyuyacağını biliyorsun değil mi? 3 deyince...
Birlikte yıldızları izleyerek uyudukları aklına geldi.. Sang-ho'nun sesi titremeye başladı.
-Biliyorum Mi-cha..
Mi-cha yavaşça saydı..
-1.......2.......3....
Sang-ho elindeki telefonu bırakıp gözlerini yavaşça kapattı ve bir damla yaş yanaklarından yavaşça süzüldü.
*~~~~~~*~~~~~~*
-1 Hafta Sonra-
Sang-ho sabah çalan zille uyanıp yavaşça kapıya geldi. Esneyerek kapıyı açtı. Karşısında John'u ve bir kızı görünce şaşkın şaşkın ona baktı.
John elindeki T-short'u Sang-ho'ya uzattı.
-Bunu kampta unutmuşsun.
-Kamp bitti mi? Herkes döndü mü?
-Herkesi bilmem ama ben döndüm.
Sang-ho sinirle John'a baktı.
-Kim bu kız?
-Tanıştırayım, sevgilim...
Sang-ho'nun gözleri büyüdü. Bu arada telefonu çaldı. Arayan Myeong'du.
-Sang-ho, dönenlerin arasında Mi-cha yokmuş, annesine babasına şimdilik birşey söylemiyorlar. John ile orda mı kaldı acaba?
Sang-ho telefonu kapatıp sinirle John'a yaklaştı ve sert bir yumruk attı. Yanındaki kız küçük çığlıklar atıyordu. Sang-ho John'un yakasından tuttu.
-Adi herif! Ona olan sevgine inanmıştım. Onu orda tek başına nasıl bırakırsın. Lanet olsun!
Sang-ho ceketini alıp hızla arabasına atladı ve kamp alanına geldi. Bir yandan avazı çıktığı kadar bağırıyor, bir yandan da ormanlık alanda koşuyordu.
-Mi-cha!! Song Mi-cha!! Ses ver.
Hiç ses gelmiyordu. Sang-ho ormanlık alanın sonuna geldiğinde orda adeta donup kaldı. Karşısında sadece göl vardı ve Mi-cha'nın yüzemediği aklına geldi. Diz üstü çöküp avazı çıktığı kadar bağırdı.
-Mi-cha!!!
Umarım beğenirsiniz..
Sang-ho esneyerek gözlerini yavaşça açtı. Song Mi-cha onun dizlerinde mışıl mışıl uyuyordu. Sang-ho bir müddet onun melek uykusunu izledi. Ellerini yavaşça Mi-cha'nın saçlarına götürüp okşamaya başladı. Mi-cha'nın gülümsediğini farketti.
- Saçlarımı mı okşuyorsun?
Sang-ho hemen elini onun saçlarından çekti. Mi-cha gözlerini açıp gülümseyerek ona baktı.
-Hayır, okşamıyordum. Saçına yaprak, küçük otlar düşmüş onları temizliyordum.
-O zaman şimdi okşar mısın?
Sang-ho yutkundu. Bu arada John gelip onların yanına oturdu ve Mi-cha'nın alnına bir öpücük kondurdu.
-Günaydın Mi-cha, günaydın Sang-ho.
Mi-cha ve Sang-ho John'un bu ani hareketine çok şaşırmışlardı. Sang-ho donuk bir sesle "günaydın" dedikten sonra Mi-cha'nın başını dizlerinden kaldırıp ayağa kalktı.
-Sang-ho nereye?
-Hava alacağım.
John ve Mi-cha bir süre Sang-ho'nun arkasından baktı. Daha sonra John Mi-cha'ya gülümseyip birden ellerini çarptı.
-Bil bakalım senin için ne yaptım?
Mi-cha'nın aklı hala Sang-ho'daydı ama belli etmemek için gülümsemeye çalıştı.
-Ne yaptın?
John hızla ayağa kalkıp yan çadırın içine girdi ve birkaç saniye sonra elinde bir tepsiyle çıkıp Mi-cha'nın yanına geldi. Mi-cha tepsidekileri görünce gözleri büyüdü.
-J..john, bunların hepsini sen mi yaptın?
John kocaman gülücükler saçıyordu.
-Evet. Güne güzel bir kahvaltıyla başlaman gerektiğini düşündüm. Çilek reçeli, portakal suyu, sandviç, sosis...
-İnanmıyorum. Nefis görünüyorlar.
-Beğendin mi?
-Hem de çok. Şey ama...diğerleriyle kahvaltı yapmamız daha doğru olmaz mıydı?
-Hiçbiri benim sana hazırladığım kahvaltı kadar sağlıklı ve nefis olmaz emin ol. Hadi başla.
-Tamam ama sen de benimle ye.
-Peki.
*~~~~~~*~~~~~~*
-Immm.. Nefisti John, çok teşekkür ederim.
-Beğenmene sevindim. Umarım beni affetmişsindir. Söz veriyorum seni incitecek hiçbirşey yapmayacağım artık.
Mi-cha hafifçe gülümsedi.
-Unuttum bile.
-Birazdan herkes uyanır. Kahvaltı delillerini ortadan kaldırıp biraz dolaşmaya ne dersin?
Mi-cha gülüp kafasını "tamam" anlamında salladı.
*~~~~~~*~~~~~~*
Sang-ho gölün kıyısına oturup telefonunda oyun oynuyordu. Telefonu çalmaya başlayınca oyun durdu.
-Off Myeong-dae, oyunumu mahvettin. Burdan teşekkürlerimi fışkırtıyorum.
-Şuna bak sen. Biz adamı düşünüp arayalım, o bize sitem etsin.
Sang-ho seslice gülüp çimenlerin arasına uzandı.
-Şaka yaptık be. Alınma hemen.
-Bu saatte uyanık olacağını biliyordum. Seninle kamp yaptığımızda da erkenden kalkar gezerdin. Eminim şu an gölün kıyısındasındır.
Sang-ho şaşırdı. Sonra tekrar gülüp yerde bacak bacak üstüne attı.
-Benim hakkımda ne çok şey biliyormuşsun meğer.
-Biliyorum tabi. Şu an uzanmış bacak bacak üstüne atmışsındır kesin.
Sang-ho doğrulup arkasına baktı. Uzaktan Myeong-dae'yi görünce telefonu kapatıp yanına koştu ve sarıldı.
-Seni pislik, benim hakkımda ne çok şey biliyor diye düşünmüş,sevinmiştim.
-Yanılıyorsun, ben senin hakkında gerçekten çok şey biliyorum. Mesela burda olma sebebim de bu... Yalnız kalacağını hissettim ve geldim.
Sang-ho Myeong-dae'ye gülümsedi.
-Teşekkürler dostum. Sırtındaki çantalardan birini ver. Kamp alanına gidelim.
-Bir an hiç teklif etmeyeceksin sandım. Kolum koptu.
Sang-ho ve Myeong-da gölün kenarından kanp alanına doğru yürümeye başladılar. Bu arada uzaktan bir çıtırtı geldi. İki kişi konuşarak geliyordu. Bunların Jıhn ve Mi-cha olduğunu görünce Sang-ho gözlerini devirip Myeong-dae'nin koluna vurdu.
-Hadi gidelim.
Sang-ho yürümeye başladı. Myeong-dae her zaman Sang-ho'nun yüz ifadesinden ne hissettiğini anlayabiliyordu. Ona yardım etmek istese de elinden birşey gelmiyor bu durum onu da çok üzüyordu. Sessizce Sang-ho'nun peşine takılıp John ve Mi-cha'yı izlemeye başladı. Sang-ho da onları izliyor, bir yandan da yürüyordu fakat John ve Mi-cha'nın bundan haberi yoktu. Gölün güzelliğine dalmışlardı.
-John, şu güzelliğe bak.
-Evet çok güzel.
-Keşke yüzme bilseydim.
-O zaman çok eğilme. Göl derin gibi sanki...
-Tamam.
Gölün kenarında yürümeye devam ettiler.
-Ah, John gördün mü küçük bir balık atladı.
-Hani nerde?
-Şur...
Mi-cha sözünü bitirmeden ayağı kaymaya başladı. Tam düşecekken ani bir hareketle John Mi-cha'yı kendisine çekip sarıldı. İkisi de çok korkmuştu. John Mi-cha'ya daha sıkı sarılıp baçırmaya başladı.
-Mi-cha sana dikkatli ol demiştim!!
Mi-cha'nın korkudan John'a sıkıca sarıldı. Gözleri dolu doluydu.
-Teşekkür ederim John...
John derin bir nefes alıp sakinleşti.
-Özür dilerim bağırdığım için ama sana birşey olacak diye çok korktum.
Myeong-dae yere bakarak yürüdüğünden Sang-ho'nun durduğunu farketmedi ve yanlışlıkla çarptı.
-Deli misin be? Yürüsene. Altıma alacaktım az kalsın.!
Sang-ho boş boş bir yere bakıyordu. Myeong-dae yavaşça kafasını onun baktığı yere çevirdi. John ve Mi-cha birbirlerine sıkıca sarılmışlardı.
Myeong-dae tekrar kafasını Sang-ho'ya çevirip yutkundu. Bakışlarından ne hissettiğini anlayabiliyordu. Sang-ho önüne dönüp donuk bir sesle Myeong-dae'ye seslendi.
-Ben gidiyorum.
Myeong-dae birşey diyemiyordu. Gitmesi onun için daha iyi olqcaktı.
-Peki, ben de geliyorum. Kahvaltımızı bende yaparız. Hadi Sang-ho, gidelim...
*~~~~~~*~~~~~~*
John Mi-cha'yla birlikte kamp alanına geldi. Sang-ho'nun olan çadır kalkmıştı. Mi-cha hemen kahvaltı hazırlayanlara döndü.
-Choi Sang-ho nerde?
-Az önce bir arkadaşıyla gittiler güzelim. Hey, sosisleri yakacaksın çevirsene!
Mi-cha olduğu yerde kalmıştı. Sang-ho'nun bu tür tavırlarına hiç bir anlam veremiyordu. John'dan uzaklaşıp kendisini çadırına kapattı.
*~~~~~*~~~~~*
John akşama kadar çadırında Sang-ho ve Mi-cha'yı düşündü. Telefonu çaldı. Arayan Myeong-dae'ydi.
-Alo?
-John, müsait misin?
-Evet..
-Konuyu çok uzatmadan sana bir soru soracağım. Sang-ho'nun Song Mi-cha'yı sevdiğini biliyorsun,değil mi?
John sustu. Hiçbirşey söylemek istemiyordu.
Myeong-dae derin bir nefes alıp devam etti.
-İkiniz de benim arkadaşımsınız. İkinizin de mutluluğu benim için önemli. İkinizden biri unutma fedakarlığında bulunacak. Song Mi-cha'nın Sang-ho'dan hoşlandığını biliyorsun. Sence de fedakarlık yapması gereken...
John daha fazla dinlemek istemediğinden telefonu Myeong-dae'nin yüzüne kapattı.
*~~~~~~*~~~~~~*
-Mi-cha?
-Sang-ho? Neden erken gittin?
-Canım sıkıldı. Sana ne?
-Tamam kızma. O zaman...neden aradın?
Sang-ho baygınca odasının duvarına yaslanmıştı. Mi-cha'nın sesini duymak istemişti. Bu yüzden aradığını söyleyemiyordu. Onun sesini duydukça boğazında birşeyler düğümlendiğini hissetti..
-Uyuyamıyorum... Yardımına ihtiyacım var.
Mi-cha iç çekti.
-Nasıl uyuyacağını biliyorsun değil mi? 3 deyince...
Birlikte yıldızları izleyerek uyudukları aklına geldi.. Sang-ho'nun sesi titremeye başladı.
-Biliyorum Mi-cha..
Mi-cha yavaşça saydı..
-1.......2.......3....
Sang-ho elindeki telefonu bırakıp gözlerini yavaşça kapattı ve bir damla yaş yanaklarından yavaşça süzüldü.
*~~~~~~*~~~~~~*
-1 Hafta Sonra-
Sang-ho sabah çalan zille uyanıp yavaşça kapıya geldi. Esneyerek kapıyı açtı. Karşısında John'u ve bir kızı görünce şaşkın şaşkın ona baktı.
John elindeki T-short'u Sang-ho'ya uzattı.
-Bunu kampta unutmuşsun.
-Kamp bitti mi? Herkes döndü mü?
-Herkesi bilmem ama ben döndüm.
Sang-ho sinirle John'a baktı.
-Kim bu kız?
-Tanıştırayım, sevgilim...
Sang-ho'nun gözleri büyüdü. Bu arada telefonu çaldı. Arayan Myeong'du.
-Sang-ho, dönenlerin arasında Mi-cha yokmuş, annesine babasına şimdilik birşey söylemiyorlar. John ile orda mı kaldı acaba?
Sang-ho telefonu kapatıp sinirle John'a yaklaştı ve sert bir yumruk attı. Yanındaki kız küçük çığlıklar atıyordu. Sang-ho John'un yakasından tuttu.
-Adi herif! Ona olan sevgine inanmıştım. Onu orda tek başına nasıl bırakırsın. Lanet olsun!
Sang-ho ceketini alıp hızla arabasına atladı ve kamp alanına geldi. Bir yandan avazı çıktığı kadar bağırıyor, bir yandan da ormanlık alanda koşuyordu.
-Mi-cha!! Song Mi-cha!! Ses ver.
Hiç ses gelmiyordu. Sang-ho ormanlık alanın sonuna geldiğinde orda adeta donup kaldı. Karşısında sadece göl vardı ve Mi-cha'nın yüzemediği aklına geldi. Diz üstü çöküp avazı çıktığı kadar bağırdı.
-Mi-cha!!!
Umarım beğenirsiniz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder